Müddessir Suresi vahiy kesintisinden önce indiği yine nüzul sıralı tefsirlerde görülmektedir. Yine nüzul sırasına bakıldığında İbn Abbas’tan geldiği ifade edilen sıralanışta, Müddessir Suresi iniş sırasında 4. Sûredir. [5] Ancak konu bahsi sıralamada Fâtihâ Suresi yer almamaktadır. Tefsirlerdebu âyetlerin nüzûl sebebi hakkında farklı rivayetler vardır. Buhârî ve Müslim’in naklettikleri bir hadise göre Ukül ve Ureyne kabilelerinden bir grup insan Medine’ye gelerek müslüman olmuşlar, daha sonra da Hz. Peygamber’e buranın havası kendilerine iyi gelmediği için hastalandıklarını bildirmişlerdi. Tarihİlmi ve Nüzûl Sebepleri. Tarih, neticelerin sebepleriyle birlikte görülmesini sağladığı, bu yönüyle de hâle ve istikbale ışık tuttuğu için insanoğlunun çok istifade ettiği bir ilimdir. Kur'ân-ı Kerîm'in, "Akıl ve fikir donanımına sahip insanlar için ibretler ve dersler var." diyerek vurguladığı temel Ayetkişinin kendi iç dünyası, tutarlı, söylem ile eyleminin uyumlu olup olmaması, söz verme, adakta bulunma ve bunu yerine getirip getirememesiyle ilgilidir. Ayetin nüzul sebebi de bu manayı ortaya koymaktadır. AYETİN NÜZUL SEBEBİ Ayetler bazen bir soru, bir olay üzerine inmiştir. Vakıa Suresi Arapça oku, dinle. Vakıa Suresi hakkında bilinmesi gerekenler haberimizde. Vakıa Suresi Mekke’de nâzil olmuştur. 96 ayettir. İsmini, kıyametin isimlerinden biri olan ve “hâdise, olay” gibi mânalara gelen birinci âyetteki (vâkıa) kelimesinden alır. Mushaftaki sıralamada 56, iniş sırasına göre 46. suredir. Rahmânsûresi Mekke’de nâzil olmuştur. 78 âyettir. İsmini 1. âyette geçen Allah Teâlâ’nın اَلرَّحْمٰنُ (Rahmân) ism-i şerîfinden alır. Bu isim, sûrenin muhtevasıyla da alakalıdır. Zira sûrede baştan sona kadar Allah’ın rahmeti ve rahmetinin tezahürleri zikredilir. Mushaf tertîbine göre 55, nüzûl lM7gE5. Cuma Suresi, Medine devrinde, muhtemelen hicretin birinci yılında nâzil olmuştur. 11 Ayettir. Adını, cuma namazı için ezan okunduğunda camiye gitmeyi emreden 9. âyetinden alır. Cuma Suresinin Nüzul iniş sebebi nedir? Sûrenin iniş sebebine, 11. âyette yer alan, “Onlar bir ticaret ya da bir oyun ve eğlence gördükleri zaman ona akın ettiler ve seni ayakta bıraktılar” ifadesiyle işaret edilmiştir. Kaynaklarda verilen bilgilerden anlaşıldığına göre, Hz. Peygamber bir cuma günü hutbe okurken dışarıdan gürültüler ve davul sesleri duyulur o günün geleneklerine göre kervanların gelişi davul çalınarak ilân edilirdi. Bunun üzerine birçok sahâbî mescidi terkedip sesin geldiği tarafa doğru gider; bu durum mescidde on iki kişiyle kalan Hz. Peygamber’i çok üzer. Söz konusu kervan Şam tarafından geliyordu ve o yıl Medine’de büyük bir kıtlık hüküm sürdüğünden daha çok zahire ve yiyecek taşıyordu. Konu ile ilgili bu ve benzeri rivayetler sûrenin nüzûl sebebiyle birlikte nüzûl yılına da ışık tutmaktadır. Çünkü sözü edilen kıtlık hicretten sonra meydana gelmişti. Cuma namazı ise İbn Sad’ın rivayetlerine bakılırsa hicretten önce Medine’de kılınmaya başlanmıştı. Ancak bu âyetlerden anlaşıldığına göre sûrenin gelişine kadar ashap arasında cami ve cemaat âdâbıyla ilgili bir disiplin henüz teşekkül etmemişti. Cuma Suresinin Türkçe Meali Medine döneminde nâzil olmuştur. 11 âyettir. Adını erkeklere Cuma namazını farz kılan dokuzuncu âyetten almıştır. Ebedî risaletin insanları arındırması ve Yahudiliğin millî din anlayışının yanlışlığı konu edilmiştir. Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla 1. Göklerde olanlar ve yerde bulunanların hepsi, eşsiz hükümran, mukaddes, mutlak galip, hüküm ve hikmet sahibi Allah’ı tesbih ve tenzih eder. 2. Ümmîlere[1] içlerinden, kendilerine Allah’ın âyetlerini okuyan, onları şirkten, kötü hareketlerden temizleyen, onlara Kitab’ı ve hikmeti öğreten bir peygamber[2] gönderen O’dur. Halbuki onlar, bundan önce de cidden apaçık bir sapıklık içinde idiler. 3. Bu son peygamberi onlardan başkalarına yani henüz kendilerine katılamamış bütün insanlara da gönderen O’dur. O, güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir. 4. Bu, Allah’ın lütfudur ki onu dilediğine verir. Allah büyük lütuf sahibidir. 5. Kendilerine Tevrat’ın emirlerini yerine getirme görevi yüklenip de sonra taşımayan onunla amel etmeyenlerin durumu, tıpkı bilinçsizce ciltlerle kitap taşıyan eşeğin durumu gibidir. Allah’ın âyetlerini yalanlayan ve Kitab’ın emirlerini hiçe sayanların durumu ne kötüdür. Allah zalimler güruhunu doğru yola hidayete erdirmez. Allah’ın kitabını Kur’an’ı bilinçli yani mânasını anlama, düşünme ve hükmünü yerine getirme yönüyle okumayanlar da bu âyetin muhatabı durumundadır. [krş. 5/44-45, 47] 6. De ki “Ey yahudiler! Bütün insanlar arasında, Allah’ın dostlarının sadece kendiniz olduğunuzu sanıyorsanız ve bu iddianızda doğru iseniz, hemen ölümü temenni edin. Ölüp Allah’ın dostlarına hazırladığı saadete bir an önce kavuşun.” [krş. 2/94-96] 7. Onlar kendi işledikleri günahlar yüzünden onu yani ölümü asla temenni etmezler. Allah zalimleri çok iyi bilendir. 8. De ki “Sizin hakikaten kendisinden kaçtığınızı zannettiğiniz ölüm var ya! Kesinlikle o, sizi gelip bulacak, sonra hepiniz gizliyi de, âşikârı da bilen Allah’a döndürüleceksiniz. O, yapmakta olduğunuz şeyleri size haber verecektir.” [krş. 4/78; 33/16] 9. Ey iman edenler! Cuma günü ezanla namaz için çağrıldığınız zaman, derhal Allah’ın zikrine gidin. Alışverişi işi gücü bırakın. Eğer bilirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır. Elbette bunun aksi hayırlı değildir.[3] 10. O namaz kılınınca da yeryüzüne dağılın ve Allah’ın lütfundan nasibinizi arayın. Allah’ı çok zikredin ki dünya ve âhirette umduğunuza kavuşasınız kurtuluşa eresiniz. 11. Böyle iken onlar, bir ticaret yahut bir eğlence gördükleri zaman, ona doğru dağılıp gittiler, seni de hutbede ayakta bıraktılar. De ki “Allah katında olanlar, eğlenceden de, ticaretten de hayırlıdır. Allah, rızık verenlerin en hayırlısıdır.” Şiddetli bir kıtlık sırasında Hz. Peygamber, farzdan sonra hutbede iken yiyecek yüklü bir ticaret kervanı gelmiş ve âdet gereğince def veya davul ile karşılanmıştı ki mescidde bunu duyanlar ona doğru akın etmiş, yalnız 12 kişi kalmıştı. İşte bu âyet bir ihtar olarak bunun üzerine nâzil olmuştur. Bundan böyle hutbeler farzdan önce okunmuştur.[4] AZİM OLAN ALLAH DOĞRUYU SÖYLEDİ [1] Ümmî; okuma yazma bilmeyen demek olduğu gibi, kendilerine kitap verilmeyenler anlamına da gelmektedir. [2] Hz. Muhammed sas., bütün cihana gönderilmiş olmakla beraber 34/28, tabi ki kendi toplumu önceliklidir. [3] Dinin belirttiği mazeret halleri dışında Cuma namazına engel olan her türlü iş, alışveriş ve o saatteki kazanç yasak olduğundan derhal bırakılıp Allah’ın emri yerine getirilir. Cuma namazının farziyetine değer vermeyen/önemsiz görenler veya bu zihniyetinden dolayı başkalarının kılmalarını engelleyenler kâfir olmuş olurlar. bk. İbn Mâce, III, hadis no 1081 Özürsüz Cuma namazı kılmamak, fertleri/nesli hem münâfıklar defterine yazdırır hem de din dışı köprüsüne götürür. Müslüman nesle Cuma namazını ve önemini unutturmaya çalışmak da onları dinlerinden koparmaya ve dinsizliğe yönlendirmektir. Yahudilerin bir kısmının başlarına gelen musibet, onların Cumartesi ibadet günü yasağını dinlememeleri sebebiyle olmuştu 2/65; 4/47; 7/163; 16/124. Cuma namazı ve o saatte meşguliyeti bırakmak mükellef bütün mü’minlere farzdır. Ancak, Peygamberimiz sas., “Kadınlar, hastalar, misafirler, köleler/esirler hariçtir/muaftır.” buyurmuştur. Uygun şartlar dahilinde kadınların cuma, bayram ve cenazelerde diğer namazlar gibi mahzur yoktur. [4] Beydâvî; Zebîdî, III, hadis no 508. Bismillahirrahmanirrahim. Şüphesiz sevgili Peygamberimizin sallallahu aleyhi ve sellem yaşamı boyunca kendisine en sevgili insanlardan biri hatta belki de en sevgilisi temiz, iffetli, yardımsever, muhterem kerimesi Hz. Fatıma radıyallahu anha idi. Bir gün, Hz. Âişe’ye, “İnsanların, Resûlullaha en sevgili olanı kimdi?” diye soruldu. Hz. Âişe, “Fâtıma idi” dedi. “Erkeklerden kimdi?” diye sordular.”Fâtıma’nın kocası” cevabını verdi. [Tabakât, 1/248-249] Yürüyüşü dahi Âlemlerin Efendisine benzeyen, doğru sözlü, hayâ sahibi Hz. Fatıma radıyallahu anha hakkında İnsân Suresinin şu ayetleri nazil olmuştur Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla Onlar, seve seve yiyeceği yoksula, yetime ve esire yedirirler. Yedirdikleri kimselere şöyle derler “Biz size sırf Allah rızası için yediriyoruz. Sizden bir karşılık ve bir teşekkür beklemiyoruz. Çünkü biz, asık suratlı, çetin bir günden o günün azabından dolayı Rabbimizden korkarız.” [Kur’an-ı Kerim, İnsân 8-10] Bu ayetlerin nüzulune sebep olan kıssa ise şöyledir Bir gün Hz. Hasan ile Hüseyin rahatsızlanırlar. Hz. Ali, Hz. Fatıma ile evlerinin hizmetçisi Hz. Fıdda radıyallahu anhum iyileşmeleri için üç gün oruç tutmayı adak ederler ve mübarek çocukları iyileşir. Oruç sonrası evde yiyecekleri bulunmadığından Hz. Ali radıyallahu anhu bir komşusundan arpa ödünç alır ve Hz. Fatıma ilk gün bu arpanın üçte biri ile beş ekmek pişirir. O akşam gelen bir fakire bu ekmekleri verirler. İkinci gün kalan arpanın yarısından pişirir onu da kapıya gelen bir yetime verirler. Üçüncü gün ise kalan arpadan pişirilen ekmekleri kapıya gelip dilenen bir savaş esirine verirler. Böylece kendileri hiçbir şey yemeyip yoksula, yetime ve savaş esirine yedirdiklerinden dolayı haklarında bu ayetler nazil olur. Bkz. Üsdü’l-Gàbe, 5 530-531; Tefsir-i Kebir, 30 224. İbnu’l Cevzi, tefsirinde burada çok hoş ve harikulade bir ayrıntıya dikkat çeker. Bu ayetlerden sonraki ayetlerde Cennet tasviri yapılmaktadır. Kur’an-ı Kerim’de nerede bir Cennet tasviri olsa genel olarak altlarından ırmaklar akan cennetler, leziz meyveler, hizmetkarlar, saraylar ve bir de hurilerden söz edilir. Fakat İnsân Suresinde Hz. Fatıma için nüzul olan bu ayetlerden sonraki Cennet tasvirinde hurilerden hiç bahsedilmemektedir. İbnu’l Cevzi şöyle der Allah subhanahu ve teala Hz. Fatıma’nın bu davranışını çok sevdi. Hz. Fatıma’nın Hz. Ali’yi diğer kadınlardan nasıl kıskandığını da biliyordu çünkü onun başka bir kadınla evlenmesine müsade etmemişti. Allah subhanahu ve teala Hz. Fatıma’nın ne kadar kıskandığını bildiğinden Cennet’i anlattı fakat hurilerden hiç söz etmedi. Çünkü Hz. Fatıma’yı üzmek istemedi. SubhanAllah! Allah kulunu üzmek istemedi… Kulunun hoşlanmadığını bildiği bir şeyden Kur’an’da söz etmedi… Çünkü o Allah’ın çok sevdiği bir amel işlemişti. Görüyorsunuz saliha bir hanım böylesine doğru ve güzel bir iş yaptığında yedi kat semalardan Allah, kıyamete kadar okunacak bu ayetleri indiriyor. Allah subhanahu ve teala bu ümmetin hanımlarına ise bu mübarek hanımefendi Cennet kadınlarının seyyidesi Hz. Fatıma radıyallahu anha gibi doğru, dürüst, hayâ ve edep sahibi, yardımsever bir insan olmayı nasip etsin. Âmin مُهْطِع۪ينَ اِلَى الدَّاعِۜ يَقُولُ الْـكَافِرُونَ هٰذَا يَوْمٌ عَسِرٌ Hata! Lütfen tarayıcınızın ayarlarını kontrol edip daha sonra tekrar deneyin. Ehlader Araştırma Bölümü Dr. Samed Abdullahi Abid Özet Nüzul sebepleri hakkında kitap yazmak eski zamanlardan beri olagelmiş bir durumdur. Zira Ehlibeyt ve Ashab kanalıyla rivayet edilen nüzul sebepleri, ayetlerin anlaşılmasında büyük rol oynamıştır. Esbab-ı nüzul ve tefsir kitaplarında yer alan konulardan biri, İnsan Suresi’nin ilk ayetlerinin infak hadisesinden sonra Hz. Ali Hz. Fatıma ve Fizze hakkında nazil olduğudur. Şiî ve Ehlisünnet’in neredeyse tamamı konunun özü hakkında görüş birliğine sahiptir. Yalnızca bazıları söz konusu surenin Ehlibeyt hakkında olmadığını beyan etmek için Mekke’de Müslümanların esir sahibi olma gücüne sahip olmamasına rağmen İnsan Suresi’nin Mekkî olduğunu iddia etmiştir! Konu hakkında asıl görüş ayrılığıinfak hadisesinin detaylarıyla alakalıdır. Zira bazı rivayetler infak olayının Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in iyileşmelerinin ardından Ehlibeyt’in adağını yerine getirmesi, üç akşam iftarlıklarını yetim, esir ve miskine vermesi ve sadece su ile iftar ederek aç yatmalarına karşılık kendilerine semavi bir sofranın mükâfat olarak bahşedildiğini nakleder. Bu tür rivayetlerin muttasıl bir senedi yoktur ve delalet noktasında zayıftırlar. Ancak Ali b. İbrahim’in tefsirinde beyan ettiği noktanın muvassak ve sahih senetle ve mürsel şekilde nakledilmiş olması mümkündür. Bu rivayet Ehlibeyt’in adağına, orucuna ve bir akşamlık özel bir helva ile yapılan infakına işaret eder, bundan fazlasına değil. Bizim konu hakkındaki görüşümüz şudur; Bazı anlatı şekilleri, kendi akıllarınca Ehlibeyt'in faziletlerine arttırmak için hadiseyi kanatlandırarak garip hale getirmek isteyen masalcı ve aşırıcı ravilerin ürünüdür. Giriş Esbab-ı nüzulve esbabı vurudi'l hadis,ayetlerin ve rivayetlerin anlaşılması konusuyla doğrudan bağlantılıdır. Bu nedenle âlimler uzun zaman önce bu konu üzerine yoğunlaşmış ve bu alanda Esbab-ı Nüzul Vahidî ve Esbab-ı Nüzul Süyûtî gibi bağımsız kitaplar yazmışlardır. Ayrıca Zemahşerî'nin Keşşaf Tefsiri ve Tabersî'nin Mecma'ul Beyan Tefsiri gibi nakli ve gayri nakli tefsir kitapları da ayetlerin nüzul sebeplerine değinerek ilahi mesajların açıklanmasına yardımcı olmuşlardır. Nüzul sebeplerinden bazıları, bir veya birkaç kişinin faziletleriyle ilgilidir. Bunların arasında Velayet Ayeti Maide-55, Münacat Ayeti Mücadele-7 ve İtam Ayeti İnsan 7 ila 12 gibi Ehlibeyt’in faziletlerini beyan eden ayetler vardır. Bu makalede, bazı rivayetlerin hadisenin aslına yaptığı eklemeler dışında hem Şiî hem de Ehlisünnet’in neredeyse tamamının üzerinde fikir birliği sağladığı İnsan Suresi’nin nüzul sebebiyle irtibatlı rivayetleri inceleyeceğiz. Bu surenin Medeni olduğu, surelerin nüzul zamanı araştıran kitapların incelenmesiyle ortaya çıkar ve sureyi Mekkî olarak sınıflandırmak ise yalnızca Ehlibeyt'e karşı taassup ve düşmanlığın göstergesidir. Surenin Medenî olduğunu ispat ettikten sonra, tefsir ve esbab-ı nüzul kitaplarında genel olarak ifade edilen hadisenin aslını ele alacağız; Bazıları bu sure yalnızca iftarlarını kendi nefislerine tercih ettikleri; miskin, yetim ve esire infak eden Ehlibeyt’in fazileti hakkında olduğunu söyler. Ehlibeyt’in iftarlıkları olan helvayı tek bir akşam miskin, yetim ve esire verdiğini söyleyen ikinci gruptaki rivayetler. Yukarıdaki bilgilere ilaveten Hz. Ali’nin bir Yahudi’den borç alması, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in adakta bulunması ve oruç tutması ki en fazla 4-5 yaşlarındaydılar, infak olayının üç akşam tekrarlanması, su ile iftar vb. konuları ele alan ve ileride inceleyeceğimiz üçüncü gruptaki rivayetler. Ehlibeyt’in gerçek çehresini aşırıcıların ve muhaliflerin sözlerinden arındırmak ve doğru bir şekilde yansıtmak için yukarıdaki konuları iki eleştiri ile inceleyeceğiz. İnsan Suresi Mekkî midir Medenî midir? Bazıları İnsan Suresi’nin tamamını Mekkî kabul ederken bazıları ise Medenî kabul eder. Bazıları [1]Rabbinin hükmüne sabret. Onlardan hiçbir günahkâra yahut nanköre itaat etme» ayeti dışından tüm surenin Medenî olduğunu söyler. Ancak bizim görüşümüz surenin tamamının Medenî olduğudur. İnsan Suresi’nin Medenî olduğunun delillerinden bazıları şunlardır 1. Tabersî, Ehlibeyt ve Ehlisünnet kanalıyla birçok rivayet derlemiş ve bu rivayetlerin neredeyse tamamının tefsir ehli nezdinde kabul gördüğünü beyan ettikten sonra surenin tamamının Medenî olduğunu ispat etmek için nüzul rivayetlerini sıralayarak ki Dehr Suresi,Medenî sureler arasında yer almıştır muteber senetlerle zikretmiştir.[2] Ancak Abdullah b. Zubeyr gibi bu faziletin Ehlibeyt’e ithaf edilmesini istemeyen isimler Mekke’de esirin olmaması gibi bir konudan gaflet ederek ısrarla bu sureyi Mekkî tanıtmaya gayret etmişlerdir.[3] Mücahid b. Cebr ve Katâde b. Diâme, tabiinden İnsan Suresi’nin tamamının Medenî olduğunu açıkça belirtmiş ancak diğerleri tafsile kail olmuştur.[4] Hafız Hasakanî şöyle der; “Nasibilerden bazıları, müfessirlerin tamamının ittifakıyla bu surenin Mekkî olduğu iddia etmiştir.” Hasakanî, söz konusu iddiaya cevap olarak; “Müfessirlerin büyük çoğunluğu bu surenin Medine’de nazil olduğuna inanıyorken, bu konuda fikir birliği olduğunu nasıl olur iddia ediyorlar?” der. Hasakanî daha sonra Ehlibeyt İmamları’ndan surelerin nüzul sırasını beyan eden nasları zikreder ki, tamamında İnsan Suresi’nin Medine’de Talak Suresi’nden önce Rahman Suresi'nden ise sonra nazil olduğunu beyan edilmiştir.[5] Tabersî’nin, Mecmeu'l-Beyan’daki tahkikinin ve diğer müfessirlerin yapmış olduğu araştırmaların sonucu da bu doğrultudadır. En önemli nokta ise, Kur’an’ın inişiyle ilgili tüm rivayetlerin bu sureyi Medenî sure olarak tanıtması ve hatta tek bir rivayetin dahi bu görüşe aykırı görüş belirtmemesidir.[6] Ayrıca Seyyid Şubber, bu sureyi Mekkî kabul etmenin aslında sahih nakilleri yalanlamak olduğunu söylemiştir.[7] Süyûtî, Beyhakî'nin Delail'il-Nübüvve kitabından İkrime ve Hüseyin b. Ebil Hasan senediyle Mekkîve Medenî sureleri rivayet ederken İnsan Suresi’ni Medenî sureler arasında Talak Suresi’nden önce Rahman Suresi’nden sonra zikretmiştir.[8] Yine aynı konuyu İbn Zeris’in Fezâilü'l-Kur'ân kitabından Abdullah b. Abbas senediyle nakleder.[9] el-Mizan Tefsiri’nin sahibi, ed-Dürrül Mensur’dan İbn Zeris ve İbn Merdeveyh'den yine İbn Beyhakî, Abdullah b. Abbas’tan İnsan Suresi’nin Medine’de nazil olduğunu rivayet etmiştir. Ayrıca İbn Merdeveyh, Abdullah b. Abbas’tan ayetin[10] Hz. Ali ve Hz. Peygamber’in kızı Hz. Fatıma hakkında nazil olduğunu rivayet etmiştir. Allame Tabatabai, “Ayetlerin siyakı dikkate alındığında surenin tamamının Medenî olduğunu anlaşılır” diye ekler.[11] İnsan Suresi’ndeki ayetlerin siyakı özellikle de Onlar adaklarını yerine getiriler» ve Sevdikleri yiyeceklerden yedirirler» ayetleri, vuku bulmuş gerçek bir olayı anlatır. Hayır sahiplerinin eliyle rızıklananlar arasında bir esirin de olması bu ayetlerin Medine’de nazil olduğunun en açık kanıtıdır. Çünkü Müslümanların Mekke’de esir sahibi olma gücü yoktu.[12] Nüzul Sebebi Hakkındaki Rivayetler Bu sureye ilişkin rivayetler farklı şekilde nakledilir. Şiî ve Ehlisünnet, bu ayetlerin Hz. Ali Hz. Fatıma Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin hakkında nazil olduğunu, kendi iftarlıklarını yetim, miskin ve esire ikram ettiklerinden Allah’ın yapılan iyiliği bu ayetlerle yâd etmek için bu sureyi onlar hakkında nazil ettiğini ve bunun kendisinin surenin Medenî oluşunun delili olduğunu söyler.[13] İnfakın Bir Gün İçinde Yapıldığı Yönündeki Rivayetler İnfakın niteliği ve ne olduğu hakkında farklı rivayetler nakledilmiştir. Birinci Nakil Rivayetlerden bazıları Hz. Ali ve Hz. Fatıma’nın kendi yemekleri olan helvayı miskin, yetim ve esire verdiğinden söz ederken hadisenin peş peşe üç gün yaşandığına değinmezler. Bu rivayetlerden birisi, Ali b. İbrahim Kummî’nin kendi babasından, babasının ise Abdullah b. Meymûn Kaddâh’dan Eba Abdullah’ın şöyle buyurduğunu naklettiği rivayettir; “Hz. Zehra’nın evinde bir miktar arpa vardı. Onunla Aside bir helva çeşidi hazırlayarak iftar masasına koydu. O esnada bir miskin geldi ve şöyle dedi -Allah size rahmet etsin! Allah’ın size verdiği rızıktan bize verin. Ali yerinden kalkarak yemeklerinin üçte birini ona verdi. Bir süre sonra kapıya bir yetim geldi ve şöyle dedi -Allah size rahmet etsin! Allah’ın size verdiği rızıktan bize verin. Ali yerinden kalktı ve yemeklerinin üçte biri daha ona verdi. Kısa bir sonra kapıya bir esir geldi ve şöyle dedi -Allah size rahmet etsin! Allah’ın size verdiği rızıktan bize verin. Ali iftarlıklarından geriye kalan miktarı esir verdi ve helvadan hiç tatmadılar. Bunun üzerine, Allah bu sureyi …çabalarınız karşılığını bulmuştur.» ayetine kadar Müminlerin Emiri hakkında nazil etti. Vebu fazilet, benzeri davranışta bulunan her mümin için caridir."[14] Rivayetin İncelenmesi Bir rivayetin doğru veya yanlış olup olmadığının incelenmesindeki ilk adım, rivayetin senedinin incelenmesidir. Mezkûr rivayette, her üç ravinin de güvenilir oldukları onaylanmıştır. Ali b. İbrahim, Necaşî tarafından onaylanmıştır.[15] Şeyh Tusî, Ali b. İbrahim’i İmam Hâdi’nin dostlarından kabul etmiştir.[16] Yine Necaşî ve Şeyh Tusî, Ali b. İbrahim’in babası İbrahim b. Haşim’i, Yunus b. Abdurrahman’ın öğrencilerinden ve İmam Rıza’nın dostlarından kabul etmiştir.[17] Allame Hillî ise onun hakkında şöyle yazmıştır. “Takipçilerimiz arasında onu kınayan ve tadilinden söz eden birisine nedenle rivayetleri çok, tercih edilen ve makbuldür.”[18] Ali b. İbrahim’in güvenilir olduğunun bazı delilleri sunulmuştur Ali b. İbrahim’in oğlu kendi tefsir kitabının başlarında naklettiği şeylerin güvenilir kanallar yoluyla kendisine ulaştığını söylemiş ve babasından nakilde bulunmuştur.[19] Seyyid İbn Tavus, Ali b. İbrahim’i rivayet naklettiği raviler arasında göstermiş ve “Bu hadisin tüm ravileri güvenilirdir” demiştir.[20] Ali b. İbrahim, Kum halkı arasında hadisi kabullenemeyen insanlar olmasına rağmen Kufelilerin hadisini nakleden ilk isimdi. Eğer onun güvenirliğinde bir şüphe olsaydı ondan rivayet nakletmez ve naklettiği rivayeti kabul etmezlerdi.[21] İbrahim b. Hişam, Kamil-uz Ziyarat’ın senetleri arasında yer almış ve İbn Kavliyye, İmam Muhammed Bakır’a kadar dayanan senetlerin tamamının güvenilir olduğuna şehadet emiştir.[22] Senette Ali b. İbrahim’den sonraki isim, Şeyh Tusî’nin İmam Sadık’ın dostlarından saydığı[23] Necaşî’nin ise güvenilir biri olarak tanımladığı[24]Abdullah b. Meymûn Kaddâh Mekkî’dir. Dolayısıyla bu rivayetin senedindeki herkes güvenilirdir. Rivayetin metni hakkında da birkaç konuya işaret etmekte fayda vardır İftarlığın hazırlanmasında kullanılan arpa Yahudi komşudan borç alınmamıştır. Bu rivayet, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in adağına ve orucuna işaret etmiyor. Hz. Zehra ekmek pişirmemiş bir çeşit helva hazırlamıştır. Bu nedenle Ehlibeyt'in en iyi yemekleri olan helvayı aynı gün içerisinde ancak üç farklı zamanda miskin, yetim ve esire verip kendilerinin ise sade ekmek yemiş olabilmeleri mümkündür. Zira rivayetin devamında “helvadan tatmadılar” cümlesi hiçbir şey yemedikleri anlamına gelmez. Ayetin asıl nüzul sebebi Ehlibeyt’in infakıdır ancak bu fazilet benzeri davranışta bulunan her mümin için geçerlidir. Furât el-Kûfî, Muhammed b. Ahmed b. Ali Hemedanî’den o da, Cafer b. Muhammed b. Alevi’den o da, Muhammed b. Muhammed b. Abdullah’tan o da, Kelbî’den o da, Ebi Salih’ten o da, Abdullah b. Abbas’tan şöyle nakleder “Sevdikleri yemeği miskine, yetime ve esire yedirirler»[25] ayeti, ellerindeki üç ekmeği miskin, yetim ve esire ikram ederek aç uyuyan Hz Ali ve Fatıma Hz. hakkında nazil olmuştur."[26] Rivayetin İncelenmesi ve Reddi Senet açısından; Hamedanî ve Muhammed b. Muhammed meçhuldür. Muhammed b. Alevi ise Şeyh Tusî tarafından “az rivayet eden” olarak tanıtılmıştır ki el-Ukberî ondan rivayet nakleder.[27] Diğer raviler ise Ehlisünnettir. Furât el-Kûfî, Ali b. Bâbeveyh'in şeyhlerindedir ve Şeyh Saduk ondan fazlaca rivayet nakletmiştir. Allame Mamakanî şöyle der “Şeyhin Vesailu'ş-Şia’daki ve Allame Meclisi’nin ise Bihar'ul Envar’daki rivayetlerinin zahiri ve Şeyh Saduk ile diğerlerinin yaklaşımı Furât el-Kûfî’ye itimat ettiklerinin Meclisi Bihar’ul Envar’da, “Her ne kadar âlimler onun hakkındaki övgü ve kınamalara itiraz etmese de onun hadisleri ile bizim elimize ulaşan muteber hadislerin uyuşması ve rivayetlerin naklindeki hassasiyeti onun güvenilir olduğu yönünde hüsnü zan doğurabilir.” demiştir. Allame Mamakanî sözlerine şöyle devam eder; “Onun önemli konumunun en basit belirtisi ona karşı duyulan yüksek hüsnü zandır. Zira 1. Ali b. Babeveyh'in üstatlarındandır. 2. Şeyh Saduk, Şeyh Hürr’ü Amulî ve Allame Meclisi ondan rivayet nakletmiştir."[28] Mezkûr rivayetten aşağıdaki sonuçlar çıkar Bu rivayette de Yahudi komşudan borç alma konusuna değinilmemiştir. Üç farklı günde yapılan infaka işaret edilmemiştir. Helva yerine 3 ekmek zikredilmiştir. Ancak Ali b. İbrahim’in naklettiği rivayetin senet açısından daha güçlü olmasından dolayı infakın helva olduğunu söyleyen rivayet tercih edilir. Bu rivayet, Ali b. İbrahim’in naklettiği rivayetinin aksine “Aç uyuduklarına” işaret ediyor. Ancak senedin zayıf olması nedeniyle aç uyudukları konusu ispat edilmez. İspat edilen tek şey, Ali b. İbrahim'in rivayetine göre infaktan hiçbir şey yemedikleridir ki o da helvadır. Bu rivayet de Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in adağına ve orucuna işaret etmiyor. Üçüncü Nakil Semerkandî, bu ayetin Ali b. Ebu Talib ve Hz. Fatıma hakkında nazil olduğunu söyleyerek olayı şöyle nakleder “Ali b. Ebu Talib ve Fatıma oruç tutuyordu ve sadece o gün yetecek kadar yiyecekleri vardı. Aniden kapılarını bir sâil dilenci çaldı. Yiyeceklerinin bir miktarını ona verdiler. Sonra bir yetim geldi ve ona da biraz yiyecek verdiler. Daha sonra da bir esir geldi ve geri kalan yiyeceklerini de ona verdiler. Allah da onları methederek bu ayeti inzal buyurdu.” Semerkandî, bu ayetin Ensar'dan birisi hakkında nazil olduğunu söyleyen rivayeti zayıf kabul eder.[29] Rivayetin İncelenmesi ve Reddi Bu rivayet mürsel bir şekilde nakledilmiştir. Fakat Ali b. İbrahim'in sahih rivayeti ve senedi ile herhangi bir çelişki yaratmadığı için kabul edilir. Furât el-Kûfî, başka bir yerde Cafer b. Muhammed b. Fezarî kanalıyla İbn Abbas’tan şöyle rivayet eder Sevdikleri yemeği miskine, yetime ve esire yedirirler» ayeti, Ali b. Ebu Talib eşi Fatıma ve hizmetçileri hakkında nazil olmuştur. Şöyle ki Onlar, Hz. Peygamberi ziyaret ettiklerinde Hz. Peygamber onların her birine 3 kilo yiyecek verdi. Eve döndüklerinde bir sâil geldi ve yardım istedi. Ali yiyeceğini ona verdi. Sonra komşularından bir yetim geldi ve Muhammed'in kızı Fatıma kendi yemeğini ona verdi. Bunun üzerine Ali eşi Fatıma’ya şöyle dedi Peygamber Allah’ın şöyle buyurduğunu söylemişti “Andolsun izzet ve celalime ki, Allah’ın kendilerine cennette istediği yerde mesken verdikleri dışında hiç kimse bu dünyada yetim ağlamasına mani olmaz.” Bir müddet sonra bir esir gelip yiyecek talep etti ve Ali hizmetlileri Sevda'ya emretti, o da yemeğini esire verdi. Bunun üzerine Sevdikleri yemeği miskine, yetime ve esire yedirirler. Biz,sizi sadece Allah’ın rızası için doyuruyoruz. Sizden ne bir karşılık istiyoruz ne de teşekkür» ayeti nazil oldu."[30] Rivayetin İncelenmesi ve Reddi Necaşî, Fezari’yi hadiste zayıf kabul etmiştir.[31] Şeyh Tusî, onu güvenilir olarak vasıflandırmasına rağmen bazılarının onu zayıf kabul ettiğine de dikkat çekmiştir. Fezarî aynı zamanda Hz. Mehdi’nin doğumuyla alakalı garip şeyler nakletmiştir.[32] Ayrıca, bu rivayet bir önceki rivayetin metninden farklıdır ve rivayete göre Peygamber her birine 3 kilo yiyecek vermiştir. İkincisi; bu rivayette Hz. Ali kendi payını sâil’e Hz. Fatıma ise komşularından bir yetime veriyor. Daha sonra bir esir geliyor ve Hz. Ali hizmetlisine payını esire vermesini emrediyor. Hz. Ali’nin hizmetlisine payını bağışlamasını emretmesi uzak bir ihtimaldir. Dördüncü Nakil Vahidî, Atâ’dan o da İbn Abbas’tan nakleder ki; “Hz. Ali bir gece bir miktar arpa karşılığında bir hurmalığı sulamıştı. Sabah olunca arpayı alarak evine geldi. Getirdiği arpanın üçte birini öğütüp hazîra un, süt ve yağla hazırlanan bir yemek denilen bir yemek yaptılar. Yemek pişince bir yoksul geldi ve yemek istedi. Onlar da pişen yemeği olduğu gibi yoksula verdiler. Sonra arpanın ikinci üçte birini öğütüp yemek yaptılar. Yemek pişince bu sefer bir yetim gelip bir şeyler istedi ve onlarda yemeği yetime verdiler. Arpadan geriye kalan son üçte biri öğütüp tekrar yemek yaptılar. Yemek piştiğinde müşriklerden bir esir geldi ve bir şeyler istedi. Son yemeklerini de ona verdiler ve o günü aç olarak geçirdiler.”[33] Vahidî’den aynı rivayeti nakleden Erbilî şöyle devam eder “Allah, onların iyi ve halis niyetlerini bildi ve onlar hakkında bir ayet inzal etti… Onların infakına karşılık cennet bahçeleri bahşetti ve Sevdikleri yemeği miskine, yetime ve esire yedirirler.» diye buyurdu.[34] Rivayetin İncelenmesi ve Reddi Bu rivayette mürsel olmasına rağmen, Ali b. İbrahim’in sahih ve senetli olarak naklettiği rivayetle uyum gösteriyor. Sonuç İnfakın bir gün içinde olduğunu söyleyen rivayetler grubu ve Ali b. İbrahim’in senetli olarak naklettiği konu kabulümüzdür. Ancak Yahudi komşudan arpa ödünç almak,Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in adağı ve oruç tutması gibi konuların anlatıldığı mürsel veya zayıf ya da meçhul kanalla nakledilen rivayetler kabulümüz değildir. Çünkü Hz. Ali gibi bir şahsın bir Yahudi’den borç alması doğru olmamakla birlikte Medine'deki Yahudilerin varlığı sabit olmuş bir konu değildir. O günlerde Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin henüz 5-6 yaşındaydı ve bu yüzden adak, oruç ve sonrasında onları aç bırakmak caiz değildir. Ehlibeyt, aç uyumamış yalnızca hazırladıkları özel helvadan tatmamıştır. [1]İnsan Suresi -24. ayet [2]Ulum-i S. 80 Tabersi, Şevahid-üt Tenzil [3]Dürrül Mensur [4]Ulum-i Kuranî [5]Şevahid-üt Tenzil [6]Amuzeşi Ulum-u Kuran Mecme'ul Beyan [7]Tefsir-i Kur’an-ı Kerim [8]el-itkan fi Ulumi'l Kur'an [9] [10]Onlar, sevdikleri yiyeceklerdenyedirirler [11]El-Mizan [12]El-Mizan [13]Et-Tibyan Ed-Dürrül Mensur Esbabı Nüzul S384 [14]KummîTefsiri [15]Rical-i Necaşî [16]Rical-i Tusi [17]Rical-i Necaşî El-Fihrist Tusi [18]Hulasatu’l-Akval [19]Mucemu'l Ricali Hadis [20]Felahus-sail [21]Mucemu'l Ricali Hadis Hulasatu’l-Akval [22]Kamil-uz Ziyaret [23]Rical-i Tusi [24]Rical-i Necaşî [25]İnsan Suresi - 8 [26]Furât el-Kûfî Tefsiri [27]Rical-i Tusi [28]Tenkihul-Mekal [29]Semerkandî Tefsiri [30]Furât el-Kûfî Tefsiri [31]Rical-i Tusi C. 1 [32]Rical-i Tusi [33]El-Vasit fi Tefsiri'l-Kur'ani'l-Mecid [34]Keşfü'l-Gumme 92-LEYL 8. Ayet وَأَمَّا مَن بَخِلَ وَاسْتَغْنَى Ve emmâ men bahıle vestagnâ. Bayraktar Bayraklı 8-11 Ama cimrilik edip kendini ihtiyaçsız, yeterli gören ve güzeli yalanlayana da, zorluklara uğramasını kolaylaştırırız. Cehenneme yuvarlandığı zaman malı ona hiçbir yarar sağlamaz. Edip Yüksel Fakat, kim cimrilik edip zenginlik taslar, Erhan Aktaş Fakat kim cimrilik eder de kendisini müstağni1 görürse, 1- Kendisini yeterli gören, büyüklenen, kibirlenen. Muhammed Esed Cimrilik yapana ve kendi kendine yeterli olduğunu zannedene, Mustafa İslamoğlu Sözgelimi; kim de cimrilik yapar ve kendi kendine yettiğini zanneder, Süleyman Ateş Kim de cimrilik eder, kendini zengin ve kendine yeterli görürse, Süleymaniye Vakfı Kim de cimrilik eder ve çekinme ihtiyacı duymaz, Yaşar Nuri Öztürk Ama kim cimriliğe sapar ve kendisini tüm ihtiyaçların üstünde görür, Ayetin Tefsiri MEAL 8. Sözgelimi; kim de cimrilik yapar ve kendi kendine yettiğini zanneder, 9. En Güzel'in vahyini] yalanlarsa; 10. işte ona da, zorluk ve felaketin en dibine giden yolu kolaylaştırırız,-8 11. öyle ki, o baş aşağı cehenneme] yuvarlanıp helak olacağı zaman, Allah için paylaşmadığı malı kendisini asla 8- 11. Ama kim cimrice davranır, Allah'a ihtiyacı bulunmadığını düşünür ve Allah'ın tek gerçek ilah/tanrı olduğu gerçeğini yalan sayarsa, biz de onun salah ve felaha ermesini zorlaştırıp cehenneme giden yolda yürümesini kolaylaştırırız. O kimse cehenneme düştüğünde malının-mülkünün kendisine hiçbir faydası olmaz. 8-10. “Ama, cimrilik eden, kendini Allah’tan müstağnî sayan, hüsnâyı O en güzel sözü yalanlayan kimsenin de güçlüğe uğramasını kolaylaştırırız.” 11. “O kimse ölüp ateşe yuvarlandığı zaman, malı ona fayda vermez.” 4-11. Doğrusu Allah, aranızdan kimilerinin tevhide iman ettiğini, kimilerinin ise şirkte ısrarcı olduklarını elbette ki bilmektedir. Hepinizin davranışları faklı olduğu gibi, bu davranışların karşılıkları da farklı olacaktır. Nitekim biz tevhide iman eden, ilâhî emirlere uygun yaşayan, malını ve mülkünü bu uğurda fedakârca harcayan müminlere cennet yolunu açacak, onları en güzel şekilde ödüllendireceğiz. Tevhidi inkâr eden, servet sahibi olmasından dolayı kibirlenen ve yoksula yardım etmeyenleri ise cehennem ile cezalandıracağız. Sahip olduğu serveti, mâruz kaldığı bu cezadan kendisini kurtaramayacaktır. H,E;M,C TEFSİR Cimrilik edip kendisiyle yetinen, yani kendi gücüne ve elindekilere güvenip Allah’ın yardımına muhtaç olmadığını zanneden kişi için Allah’ın kolaylaştıracağı bildirilen zahmet yolu “en zor” anlamına gelen usrâ kelimesiyle ifade edilmiştir. Bu sebeple cümle genellikle “Biz onu en zora hazırlarız” şeklinde anlaşılmıştır. Allah’ın kulunu zor olana hazırlamasından maksat da kulun, Allah ve resulünün gösterdiği yolu kabul etmeyerek yanlışlarda ısrar etmesi, bu sûre bağlamında ise cimriliğini sürdürmesi neticesinde Allah’ın ondan hidayet ve yardımını çekmesi, onu kendi haline bırakmasıdır. Bu ise insan için en büyük mahrumiyettir. Çünkü bu şekilde kendi başına kalan kul helâl haram demeden nefsânî arzularını tatmine çalışır; kötülük yapmak, günah işlemek ona kolay gelir, bunlardan zevk alır. Sonuçta cehennemi boylar; dünyada cimrilik edip biriktirmiş olduğu servetini orada fidye olarak verip cehennem azabından kurtulmak ister ama bu da mümkün olmaz. DİYANET TEF. Bu bir gerçektir. Ama bir başka gerçek daha vardır. Bütün insan topluluklarını kuşatan, birbirinden farklı dünyalara sahip şu insanların tümünü kucaklayan, onları iki demette toplayan ve iki genel sancak altında, karşıt iki safta bir araya getiren kısa bir gerçek daha vardır. Bunlar, "Kim verir korunursa, ve en güzel sözü doğrularsa." ... "Kim cimrilik eder, kendini zengin görüp kendisini Allah'tan müstağni sayarsa ve en güzel sözü de yalanlarsa"dır. Kim de malını ve canını vermez cimrilik ederse, yüce Allah'tan ve O'nun getirmiş olduğu doğru yoldan yüz çevirir kabul etmezse ve bu "en güzel"i yalanlarsa... İşte çeşit çeşit insanların, değişik değişik eğilimlerin, çeşit çeşit sistemlerin birbirine benzemeyen hedeflerin buluştuğu iki ayrı dizidir bunlar. Bu dizilerden her birinin bu dünya hayatında izlediği bir yol vardır. Herbirinin gittiği yolda kendine ait başarısı vardır. "Kim verir korunursa, ve en güzel sözü doğrularsa onu en kolay başarıya ulaştırırız." Veren, korkup sakınan, en güzeli doğrulayan kimse ruhunu temizlemek ve onu doğru yola iletmek için yapabileceğini sonuna kadar yapmış demektir. İşte bu kişi o zaman yüce Allah'ın yardımını kendi iradesi ve dilemesi ile üstüne almış olduğu ve nasib edeceği başarısını hak eder. Bu başarı olmazsa insan bir hiçtir ve hiçbir şeyi yapamaz. Yüce Allah'ın en kolayı elde etmeye başarılı kıldığı kimse, hedefe ulaşmış demektir. Kolaylıkla, yumuşaklıkla ve sükunetle ulaşmış demektir... Henüz şu yeryüzünde iken ve kolaylık içinde yaşarken ulaşmış demektir. Kolaylık bu kişinin içinden kaynar çevresinde neler varsa, kimler varsa tümünün üzerine seller gibi boşalır. Adımlarını kolay atar, yolunda kolay yürür, tüm işleri ele almasında bir kolaylık vardır. Gerek toplu gerek parça parça tüm işlerin de sakin ve güvenli bir başarı vardır. Bu içinde herşeyi bulunduran bir derecedir. Çünkü bunu elde eden kişi, Rabbinin Resulüne verdiği söze onunla birlikte katılır. "Ve seni kolay olana başarılı kılarız." A`la 8 "Fakat kim cimrilik eder, kendini zengin görüp kendisini Allah'tan müstağni sayarsa ve en güzel sözü de yalanlarsa, biz de onu en zora yöneltiriz. Çukura düştüğü zaman malı ona hiçbir fayda sağlamaz." Canını ve malını vermeyip cimrilik eden, Rabbinden ve onun doğru yolundan yüz çeviren, Rabbinin çağrısını ve öğretisini yalanlayan kimse kendini sapıklığa atma konusunda yapabileceğini en sonuna kadar yapmış demektir. Böyle birisi yüce Allah'ın her şeyi kendisine zorlaştırmasını hak etmiştir, dolayısı ile yüce Allah onu en zora yöneltir. Ona güçsüzlük ve eksiklik verir, her türlü kolaylıktan mahrum eder. Attığı her adımı zorluk ve sıkıntı kaynağı kılar. Bu yüzden her ne kadar kurtuluş yolunda yürüdüğünü zannetse de o doğru yoldan sapmış ve bedbahtlık yolunu tutmuş demektir. Ayağı sürçer, bu sürçmeden kendisini yüce Allah'ın yolundan ve O'nun hoşnutluğundan uzaklaştıran başka bir sürçme ile korunmaya çalışır. Sürçmelerin ve sapmaların sonunda ayağı kayıp düştüğü ve yere yıkıldığı zaman cimrilik edip vermediği, kendisini Allah'tan ve O'nun doğru yolundan uzaklaştırdığı malı ona bir yarar sağlamayacaktır. "Çukura düştüğü zaman malı ona hiçbir fayda sağlamaz." Kötülüğün ve günahın kolayca işleyebilmesi, bu kişinin dünyada kurtuluşa erse de başarı sağlasa da, ona zorluğun sağlanması anlamına gelir... Cehennemden daha zor bir şey olur mu hiç? Cehennem, zorluğun ta kendisidir. Böylece surenin birinci bölümü son buluyor. Bu bölümde her yerdeki ve her çağdaki insan topluluklarına iki yol ve iki sistem gösterilmiştir. insanların renkleri ve biçimleri ne kadar çeşitli ve ne kadar çok olursa olsun, aslında onların iki grup ve iki sancak oldukları belli olmuştur. Herkesin yapmak istediği şeye ulaştığını ve yüce Allah'ın da herkese ister kolaylık ister zorluk olsun seçtiği yolu kolaylaştırdığı anlaşılmıştır. 4. Bu insani çalışmanın ikinci kısmıdır. Her bakımdan birinci türden farklıdır. "Bahil"dan kasıt genellikle bir kimsenin para biriktirmesi, ne kendine ne de çoluk çocuğuna sarfetmemesi için kullandığımız cimrilik ile sınırlı değildir. Bu kelime aynı zamanda, iyilik ve hayır için Allah yolunda mal sarfetmemek anlamına da gelir. Bu bakımdan, kendi rahatı, eş ve çocuklarının eğlencesi için çok cömertçe mal sarfeden, ama hayırlı bir iş için cebinden beş kuruş bile çıkmayan kişi de "bahil"dir, cimridir. Bu kişi hayırlı bir iş için para verse bile, bunun karşılığında meşhur olacağını, menfaat sağlayacağını, bulunduğu yerdeki insanların gözüne gireceğini düşünür. Burada "istiğna"dan kasıt şudur İnsan dünyadaki maddi menfaat için uğraşır durur. Bütün gayretini bu maksat için sarfeder. Allah'tan müstağni kalır. Allah'ın hoşnut olup olmayacağına aldırmaz. Şimdi, iyiliği yalanlamak, iyiliğe bütün ayrıntısıyla inanmaya zıttır. Bunu açıklamaya ihtiyaç yoktur. Çünkü iyiliği tasdik etmenin anlamını açıkladık. 5. Bu yolun zor olmasının anlamı olarak şöyle denilmiştir Bu yolda yürüyen, maddi menfaat, dünyevi lezzet ve bu dünyanın zahiri başarılarına tamah ederek bu yola girer. Yolun her adımında kendi fıtratı ve vicdanının tersine amel eder. Kainatın yaratıcısının kanunu ile de tersleşir ve çevresindeki her şey ile sürekli bir gerginlik içinde yaşar. Her yolla kendi menfaat ve isteklerini yerine getirmeye çalışırken, dindarlık, eminlik, şeref ve iffet sınırlarını çiğner. O şahsın aracılığıyla başkalarına iyilik yerine kötülük dokunmaya başladığında, insanların haklarına, hukuklarına, namuslarına tecavüz ederken kendi gözünde değeri düşer. Yaşadığı cemiyet ile adım adım çatışır. Bu kişi eğer zayıfsa, bu tutumu dolayısıyla durmadan cezaya çarptırılır; eğer zengin, kuvvetli ve etkili bir kişi ise, etki ve kuvvetiyle bu dünyada başkalarını susturabilir ama onların kalbinde kendisi için, iyilik, izzet ve şeref için asla muhabbet bulamıyacaktır. Hatta onun bu işlerindeki ortakları bile onu habis olarak anacaklardır. Bu durum bir şahıs ile de kayıtlı değildir. Milletler, diğer milletlere karşı kötü ahlak izlediği zaman, dünyadaki öbür milletler onlara düşman olurken, aynı zamanda kendi ülkelerinde suçlar, intiharlar, uyuşturucu, cinsel hastalıklar, aile hayatının alt üst olması, gençlerde ahlaksızlık, sınıflar arası çatışma, zulüm, haksızlık vb. şeyler yayılır. Hatta düştüğü zaman onun ismi tarihte lanetli olarak anılır. Şöyle buyurulmuştur "Böyle bir kimseye biz zor yolu takip etmeyi kolaylaştırırız." Bunun anlamı şudur Onun iyilik yapmasına engel olunurken kötülük yapmasının kapıları açılacaktır. Ona, kötülük yapmasının imkanları serilecektir, böylece o kişi için kötülük yapmak kolay olacak, iyilik yapmayı düşünmekse ona ölüm gibi gelecektir. Aynı keyfiyet Kur'an-ı Kerim'de başka bir yerde şöyle açıklanmıştır "Allah kimi doğru yola iletmek isterse onun göğsünü İslâm'a açar, kimi de saptırmak isterse onun göğsünü göğe çıkıyormuş gibi dar ve tıkanık yapar. İnanmayanların üstüne işte böyle pislik çökertir" En'am 125. Diğer bir yerde şöyle buyurulmuştur "Sabırla, namazla yardım dileyin. Şübhesiz bu, saygı gösterenlerden başkasına ağır gelir" Bakara 46. Münafıklar hakkında da şöyle buyurulmuştur "Sadakalarının kabul edilmesine engel olan sadece şudur Onlar Allah ve Rasulü'nü inkar ederler, namaza da üşene üşene gelirler ve istemeye istemeye sadaka verirler" Tevbe 54, "... kimi de var ki Allah yolunda verdiğini on paraya sayar..." Tevbe 98 6. Diğer bir ifadeyle her halükârda bir gün ölecektir. Rahatı için topladığı her şeyini dünyada bırakacaktır. Eğer ahiret için hiç bir şey yapmamışsa ona ne yarayacak ki? Ne bir villayı, ne arabayı, ne araziyi ve ne de topladığını kabre götüremez. MEVDUDİ Ama öncekinin tamamen tersine kim de tutar, cimrilik yapar, vermekten korkar, bahillik yaparsa. Bir de müstağnî davranır, kendi kendine yeteceğine inanır, müstağnî davranırsa. Yani ben bana yeterim, ben beni kurtarırım derse. Hüsnâyı, tevhidi, dini, kitabı, sünneti, cenneti ve verene yarın Allah’ın bolca vereceğini yalanlarsa. Kendi elindekilere güvenerek cennettekileri istemezse, cennete karşı isteksiz davranırsa, ona da zoru kolaylaştıracağız, diyor Allah. Allah onun için zoru kolaylaştıracak ve zor artık onun için kolay olacaktır. Bir Müslüman için çok zor olan, bir Müslümanın asla yapmayacağı, yapamayacağı çok zor şeyler artık bu kimse için kolay hale gelecektir. Meselâ evine gideceksiniz bir adamın, evine gittiğiniz bu adam hanımını giydirip kuşatacak, süsleyecek, püsleyecek, en güzel elbiselerini giydirecek ve gelen misafirlerinin karşısına çıkarıp onlara ikram edecek. Onlara izzet ve ikram adına adam karısını önlerine sunacak. Ne kadar zor bir şey değil mi bu? Kadın için de onun kocası için de ne kadar zor değil mi? Ama yapıyorlar şimdi bunu! O kadar kolay yapıyor ki bunu adam, zerre kadar yüzü bile kızarmıyor. Yani zor ne kadar kolaylaşmış değil mi? Bir Müslüman için çok zor olan bir iş bu tür insanların hayatında ne kadar kolay hale gelmiş değil mi? Veya meselâ bir kadının tüm vücudunu ortaya dökerek sokağa çıkması, vücudunu insanların nazarlarına arzetmesi çok zordur değil mi? Böyle bir talihsizlikle karşı karşıya kalmaktansa bin defa ölmeyi ister Müslüman bir kadın. Değil vücudunu böyle sere serpe insanlara arz etmek, saçının bir teli bile başkalarına görünmektense ölmeyi tercih eder Müslüman bir kadın. Ama bakın sokaklarınıza… O zor bildiğiniz, çok zor kabul ettiğiniz şeyin kimi kadınların hayatında nasıl kolaylaştığını bir görün. Bu zor nasıl kolaylaşmış değil mi insanların hayatında? Veya meselâ bir adamın içki içmesi, zina etmesi, fâiz yemesi, kumar oynaması, domuz eti yemesi, yalan söylemesi ve buna benzer günahları işlemesi çok zordur. Ama bakın hüsnâyı, İslâm’ı, Kur’an’ı, Sünneti ve tevhidi yalanlayanlar için çok kolaydır bunlar. İnsanların bu zorları ne kadar kolay yaptıklarını görüyoruz. Allah kolaylaştırıvermiş bu insanlara bunları. Meselâ bir adamın namazsız bir hayatı kabullenmesi çok zordur. Bir vakit namaz kılamamaktansa bin defa ölmeyi tercih eder bir Müslüman değil mi? Namazsız bir hayat çok zordur. Ama gelin görün ki namazsızlık çok kolaylaşmıştır pek çoğunun hayatında. Adam çok rahat terk edebilmektedir namazı ve hiç rahatsızlık duymamaktadır bundan. Neden? Çünkü hüsnâyı, Allah’ı, dini, Kur’an’ı, Sünneti, cenneti yalanlamıştır adam. İşte böyle kimseler için zoru kolaylaştıracaktır Rabbimiz. Bir de burada kolaylaştırılmasından söz edilen yüsra, İslâm yoludur, cennet yoludur. İslâm yolunda yürümeyi onlara zorlaştıracak, İslâm’dan ve Müslümanca bir hayattan nefret ettirecek ve küfür yolunu ona kolay getirecektir. Nitekim En’âm sûresinde de bu konu şöyle anlatılır “Allah kimi doğru yola koymak isterse onun kalbini İslâmiyet’e açar, kimi de saptırmak isterse, göğe yükseliyormuş gibi, kalbini dar ve sıkıntılı kılar. Allah böylece, inanmayanları küfür bataklığında bırakır.” En’âm 125 Evet kalpleri İslâm’a açılan, İslâm yolu kolaylaştırılan mü’minlere karşılık kimilerinin kalbi de İslâm’a kapatılmaktadır. Allah kimi de saptırmak, dalâlette bırakmak isterse, adam kendisi dalâleti tercih eder, Allah da onu dalâlette bırakmak isterse birinci insanın zıddına onu göğsünü o kadar daraltır ki, o kadar sıkıntılara sokar ki, kişi sanki gökyüzüne yükseliyormuş gibi içinde büyük darlık hisseder. Evet sapıtmak isteyen, saptırmak isteyen kimselerin kalplerinde de öyle bir darlık, öyle bir huzursuzluk yaratır ki Allah, sanki bir ağaca, dağa değil de, gökyüzüne tırmanıyormuşçasına sıkıntı ve isteksizlik hisseder. Gönlünü İslâm’dan ve kulluktan soğutuverir Allah onun. Hoşlanmaz Allah’tan, hoşlanmaz peygamberden, nefret eder kitaptan, namazı sevmez, tesettürü beğenmez, İslâm’dan rahat değildir, mescide gidişi idama gidiş bilir. Bunlar zorlaştırılırken tüm günahlar, tüm kötülükler de kolay hale getirilecektir onun için. Demek ki yolun zorluğu o yolun fıtrata ters olmasındandır. Allah fıtratına uygun olmayan zor bir yola giren kimseye bu yolu kolaylaştırarak onun cehenneme yuvarlanmasına imkân sağlıyor. Yine burada zorlaştırılacak olan, önceki mü’minlerin zıddına hayatlarının, rızıklarının hayat programlarının zorlaştırılmasıdır. Tâ-hâ sûresinde bu husus şöyle anlatılır “Benim Kitabımdan yüz çeviren bilsin ki onun dar bir geçimi olur ve kıyamet günü de onu kör olarak haşr ederiz.” Tâ-hâ 124 Bir de burada kolaylaştırılan üsradan kasıt cehennemdir. Allah hüsnâyı, tevhidi, cenneti, Kur’an’ı, Sünneti yalanlayanları cehenneme kolaylaştıracaktır. Onların yollarını cehenneme, ateşe kolaylaştıracak, cehennem yollarını kolaylaştıracaktır. Cehenneme götürücü, şerre götürücü yollarını kolaylaştıracaktır Rabbimiz onların. Hüsnâyı tasdik edeni kolaylıkla cennete götüreceğiz, cennet yolunu ona kolaylaştıracağız diyen Allah, aksini yapanları da cehenneme kolaylaştıracağını anlatıyor. Çünkü hüsnâyı tasdik edenin âkıbeti ona ulaşmaktır. Hüsnâyı reddeden kimsenin âkıbeti de ondan mahrumiyettir. Cenneti isteyen cennete, cehennemi isteyen de cehenneme ulaşacaktır. Hüsnâyı tasdik eden, elbette ona ulaşacaktır. Zira iyilik yapanların, güzellik yapanların sonunun iyilik ve güzellik olacağına inanmıştır bu insan. Bu îman çok önemlidir. Çünkü buna inanmayan kişi, yani iyiliğin sonunun iyilik olacağına inanmayan kişi asla iyilik yapamaz. Âhirete îman etmeyen, yaptıklarının boşa gideceğini zanneden kişi için iyilik yapmak enayiliktir. Onun için iyilik yapmak boştur. Zira karşılığını göremeyeceği bir şeyi yapmak enayilikten başka bir şey değildir. Çünkü adam âhirete inanmamaktadır. Yaptıklarının karşılığını görmek ve hesabını ödemek üzere bir daha dirilişe, ölüm ötesi hayata inanmamaktadır. Verene yarın Allah’ın bolca vereceğine inanmamaktadır, salih amellerin boşa gideceğini zannetmektedir. Hüsnâyı yalanlamakta ve cennete inanmamaktadır. Faziletin önü zor ve acı olsa da sonu saadettir. Rezaletin önü rahat ve tatlı olsa da, sonu perişanlık ve bedbahtlıktır. İşte buna inanan kişi Hüsnâya koşar, iyilik yapmaya gayret eder, Allah ta bu konuda ona yardım eder, kolaylık verir. Hüsnâyı gerçekleştirme yolunda ayak bağı olabilecek kadın, para, toplum, aile, nefis, mal, mülk gibi engellere karşı Allah ona güç, kuvvet verir. Ama cimrilik yapan, Hüsnâyı reddeden, müstağnî davranan, kendi kendine yetebileceğini zanneden bugünün zengin tipleri, akıllıdırlar, ferasetlidirler. Güya iş bilirler, kafaları çalışır, fakülte bitirmişler. “Kazanırım!” diyor adam. “Kafamı çalıştırır kazanırım!” diyor. “Bu serveti aklımı kullandım, kafamı çalıştırdım da öyle elde ettim” diyor. Halbuki bu malı, bu serveti veren Allah’tır. Eğer onu kendi kazansaydı hiç ayrılmazdı ondan değil mi? Halbuki bakıyoruz, ya kendisi o malı terk edip gitmekte, ya da mal onu terk etmektedir. Böyle ikili bir oyun içindedir insan. Halbuki o malı da, onu elde etme gücünü de, zekâsını da veren Allah’tır. Yazmak lâzım tüm amirlerin koltuğuna “Senden önce burada bir başkası oturuyordu.” Yazmak lâzım insanların gözlerinin önüne “Senden önce senin şu anda tohum attığın tarlaya dün bir başkası tohum atıyordu.” “Bindiğin arabaya dün başkaları biniyordu.” “Oturduğun evde dün bir başkası oturuyordu.” “O cebindeki dün bir başkasının cebindeydi.” Birinin mezar taşına yazmışlar “Zavallı, hayatı boyunca hep toplar ve çarpardı. Bölmeyi ve çıkarmayı hiç bilmezdi. Ölünce varisleri onu da tamamlayıverdiler.” İşte bu tipler Hüsnâyı yalanlarlar da onun için cimrilik yaparlar. Allah da onlara üsrayı kolaylaştırıverir. İsyanı kolaylaştırır, itaati zorlaştırıverir. İbadet edemezler, namaz kılamazlar, zekât veremezler, İslâm’ı yaşayamazlar, âhireti hesap edemezler. “Hele bir gelsin bakalım, o zaman düşünürüz” derler. Ama o gün geldi mi de, “Ne olur bizi geri çevir Allah’ım” derler. Tıpkı Ümeyye bin Halef gibi “Gün günden beter, Müslüman olmanın zamanı değil, İslâm’a girmenin faydası yoktur” derler. “Bu devirde paranın açmayacağı kapı yoktur, devir para devridir, İslâm karın doyurmuyor” derler. İşte bunlar zorluğu yenemeyecektir. Zorluk, üsra bunların sürekli tepelerine binecek, sürekli dünyada mutsuz olacaklar, hep korku içinde olacaklar. Ya şu mallarını zorla, zulümle ellerinden aldığımız mazlumlar bir gün uyanırsa! diye uykuları kaçar. Kaçıyor da nitekim. Takkeli bir çocuk, sakallı bir genç, tesettürlü bir kızcağız görüverseler, bir tekbir sesi duyuverseler, acaba uyanıyorlar mı? diye akılları gidiyor. Hüsnâyı tasdik eden ve Hüsnâyı reddeden kişi anlatılıyor burada. Cimrilik edenle, infak eden anlatılıyor. Allah diyor ki, “Verin artırayım! Verin vereyim! Verin şimdi, yarın ona muhtaç olduğunuz bir günde benden fazlasıyla alırsınız.” İşte Hüsnâ budur. Allah için bir lira vereceksiniz, size karşılığında yedi yüz verecek Mevlâ. Bir de bu kadarla da kalmayacak dilediğine kat kat artıracaktır Allah. 11. “O kimse ölüp ateşe yuvarlandığı zaman, malı ona fayda vermez.” Bu cimriler, bu kendi kendilerine yeteceğini, kendi kendilerini kurtarabileceklerine inanan bu müstağnîler bir kere düştüler mi, bir kere düşmeye başladılar mı, bir kere şarampole yuvarlanmaya, kabre doğru sendelemeye başladılar mı, ne malları, ne tedbirleri, ne rütbeleri, ne diplomaları, ne de güçleri onları kurtaramayacak, bir fayda sağlamayacaktır onlara. Tereddileri, inhitatları, düşüşleri başladığı anda ne biriktirdikleri, ne öpüp bağırlarına basıp vermedikleri, ne tedbirleri, ne saltanatları, ne iktidarları, ne rütbeleri, ne diplomaları, ne çevreleri, yardakçıları hiçbir şeyleri onları kurtaramayacaktır. Halbuki o mallarına, o servetlerine, o makamlarına ve saltanatlarına güvendikleri için sapmışlardı. Malları, mülkleriyle ebedîleşme sevdasına, ölümsüzleşme sevdasına kapılmışlar ve kendilerini Allah’tan ve Allah’ın hayat programından müstağnî görmüşlerdi. Şimdi o malları ve saltanatları onlara hiçbir fayda sağlayamamakta, düşüşlerine engel olamamaktadır. İşte Bedir, işte Firavunlar, işte Nemrutlar, işte Ebu Cehiller, işte Roma, işte Bizans ve işte ibretlerle dolu tarih. Kendilerini müstağnî görenler, “Bizim Allah’a da, Allah’ın kitabına da, Allah’ın dinine de, O’nun hayat programına da ihtiyacımız yoktur. Bizim tevhide de, cennete de, oradaki nîmetlere de ihtiyacımız yoktur” diyerek müstağnî, eyvallahsız davranan bu kâfirler düşmeye başladıklarında, ayakları kaydığında, şarampole, kabre devrildikleri zaman malları, mülkleri onları kurtaramayacaktır. Öyleyse gözünüzü açıp dinleyin “Ve-emmê men bâğîle vestâğnê” kimde cimrilik yapar ve Allah’a muhtaç değilim havalarına girerse, Allah’a ihtiyacı yokmuş gibi davranırsa; “Ve kez-zebe bi’l-hûsnê” ve en güzeli yalanlarsa. Evet, en güzeli yalanlamak, yani yine “El esma-ûl-Hûsna”yı, Allah’ın tüm mükemmelliklerin sahibi olduğunu, Allah’ın en cömert en zengin, Allah’ın veren, Allah’ın kimseyi aç açık bırakmayan olduğunu yalanlarsa. En güzeli yalanlamak bu. Allah’ın mükemmel sıfatlarından birini sanki inanmazmış gibi yaparsa; “Fesenûyessirûhû li’l’ûsrâ” o zaman da ne yaparız biz; Felâketin dibini boylayan yolu ona kolaylaştırırız. Hani yüsra en güzeldi değil mi, aslında cennetin zirvesi. Bu da cehennemin dibi, felâketin dibine giden yol. Çünkü en anlamını verir, en. Usra ve yüsra kalıp olarak, ismi tafdil kalıplarıdır. Dolayısıyla en dibini boylayan yolu ona kolaylaştırırız. Yani günahı o kadar kolay işler ki, kendisini cehenneme götürecek şeyleri yap deyince o kadar kolay gelir ki. Bir sevap söylesen asla yanaşmaz da bir günahı yapalım diye teklif etsen koşar gelir. Çünkü cehennemi kolaylaştırılmıştır, cehennemi kolay kılınmıştır, en kötüye giden yol açılmıştır. 8 Kötüye cehennemin kolaylaştırılması, tercihinin onda artık yerleşik bir meleke haline gelmesiyle açıklanabilir. Çünkü onun iç dünyası tercihine alışmış, hatta tercihinin tiryakisi olmuştur. Bu da ona cehennemin kolaylaştırılmasıdır. Bir mastar formu olarak yusrâ kolaylığın zirvesini, 'usrâ ise zorluğun dibini ifade eder. “Ve-mê yûğnî 'ânhû mêlûhû izê terâddê” Evet, aslında bu ayetlerin, yani 5 ile 10. ayetlerin, bu pasajın sebebi nüzûlü olarak gösterilen sahabenin işte bu ayetlerin açıkladığı en güzel olaylardan biri şudur dedikleri bir olay yaşanmıştır Medine de. Bu ayetler Mekke de inmiştir ama, sahabeden bazıları Medine de yaşanan bu olaya bu ayetleri çok güzel yakıştırmıştır. O olay şu; O olayın kahramanı Sabit bin Dahdah El Belevi isimli bir şahıs. Olayın çıktığı nokta şöyle; Medineli, varlıklı bir kişinin duvarının hemen kenarında bahçesinin ucunda olan çok verimli ve bitek bir hurma ağacı vardır. Hurma ağacının dalları yola ve komşunun bahçesine ağmaktadır. Yola ve bahçeye ağan dallardan yere düşenleri de yoldan geçenler ve komşunun yetimleri toplamaktadır. Bu adam da çok pintidir, cimridir. Her seferinde onları kimse almasın diye kendince tedbirler almaktadır. Yine bir gün yere düşen meyveleri komşunun yetimleri toplayıp yerken bahçe duvarından atlayıp komşunun yetimlerini tokatlamaya başlar, ellerindeki hurmaları alır, hatta yetimin birinin ağzına parmağını sokar ağzına aldığı hurmayı da alır. Yetimlerin velisi çok üzülür çok incinir ve durumu Allah resulüne şikayet etmek için gelir.; Ya ResulAllah böyle, böyle böyle oldu. Komşumuzun bir hurma ağacı var bizim yok. Dalları dışarı sarkıyor, sarkan dallardan dökülüyor dökülenleri de benim yetimlerim yemiş, o da böyle böyle yapmış. Allah Resulüne de dokunur bu hadise, çünkü yetimin velisi Allah’tır, tabii ki ResulAllah’tır. Çağırır bahçe sahibini derki ey falan böyle böyle böyle olmuş. Evet ya ResulAllah. Peki sana bir teklifim var der. O ağacı vakfetsen ben de Allah’tan sana cennette bir bahçe vermesi için dua etsem ne dersin? Devlet kuşu insanın başına her zaman konmaz. Alemlere rahmet olan, ben de Rabbime senin için bir cennet bahçesi vermesi için dua etsem diyor bir ağaca karşılık. Fırsat binde bir düşer insanın önüne. Tıpkı Taif’in kaçırdığı Medine fırsatı gibi. Adam maldır, mal sahibi değildir maalesef. Malının süvarisi olamamıştır, malının atı olmuştur, veremez. Ama der, ya ResulAllah ben onu çok seviyorum. Resulallah ısrar etmez fakat incindiği bellidir. Bu haber Medine de dalga dalga yayılır. Evden eve, sokaktan sokağa ve haberin ulaştığı kimselerden biri de Sabit Bin Dahdah El Belevi isimli ensardan bir zattır. Haberi alır almaz yemez içmez o ResulAllah’ın vakfet çağrısını reddeden adama gider ve der ki bana o hurmanı sat, o ağacını sat. Bir ağaç vereyim sana bahçemden istediğin ağacı. Bak onun iki katı meyve veren, benim Medine’nin en iyi hurmalıklarından birinde ki şu ağacımı sana vereyim. Adam olmaz der. Zorlu pazarlık öyle bir noktaya gelir ki adam bir ağaca karşılık Sabit Bin Dahdah El Belevinin 40 ağaçlık, Medine’nin en güzel bahçelerinden biri olan bahçesini alır. Sabit gözünü kırpmadan pazarlık sonunda bahçesini bir ağaca karşılık satın alır, satar verir yani. Bir ağaç alır koca bir bahçeyi verir. Rasyonel mantık bu satışta Sabit Bin Dahdah El Belevi’nin zarar ettiğini, ötekinin de kâr ettiğini söylüyor değil mi. İman mantığı ne diyor bir bakalım; Sabit gözyaşları içerisinde alışverişi tamamladıktan sonra Allah Resulüne kavuşur. Mescitte onu yakalar ve der ki; Ya ResulAllah duydum ki falana böyle böyle böyle demişsin. Bir rivayette ben sana o ağacı satmaya geldim ya ResulAllah satmaya geldim alır mısın. Buyur der Allah Resulü. Ya ResulAllah eğer aynı duayı benim içinde yaparsan, bir başka rivayette Ya ResulAllah ben bir bahçeme karşılık cennetten bahçe duası etmeni istemiyorum, bir ağaç gölgesi için dua et yeter. Bu dua karşılığında o ağacı alır mısın ya ResulAllah. Bir bahçe karşılığında aldığım ağacı. ResulAllah’ın alnından güneş doğmuştur. Orada ki hazirun gözlerinde sevinç yaşlarıyla Sabit Bin Dahdah El Belevi’yi tebrik ederler. Ama asıl tebriği sanırım melekler eder, Allah eder ve işte bu ayetler bu zat için yorumlanır. Dolayısıyla mal sahibi olmak nedir, malın sahibi olmak nedir, veya malın insanın sahibi olması nedir biz bu örnekten bunu anlıyoruz. “Ve-mê yûğnî 'ânhû mêlûhû izê tereddâ” cehenneme yuvarlanacağı zaman o adam, malı onu kurtarmaz ki, malı onu nasıl kurtaracak. Cehenneme baş aşağı gümbür gümbür yuvarlanacağı zaman malı ona ne fayda verecek ki. 9 Veya mâ'ya soru mânası vererek "malı kendisini kurtarır mı?"

insan suresi 8 ayet nüzul sebebi