wnBH. KONUSU Lozan Barış Antlaşmasından sonra, Türkiye sı­nırları dışında kalan Türklerin uğradıkları eziyetler neticesinde, kaçarak ana vatana sığınmak isterlerken, yolları üzerinde rastla­dıkları bir yer altı şehri ve oranın insanları anlatılmaktadır. ÖZETİ Kaçan üç kişi, Osman Baba, Sadık ve Celal. Peşlerinde asker­ler. Yüksek dağlara tırmanarak kurtulurlar. Bir krater gölünün yanında soluklanırlarken, bir kartalın pençesinde bir şeyle hava­landığını görürler. Kartala taş atıp pençesindeki nesneyi düşürt­tüklerinde bunun bîr insan kolu olduğunu anlayınca üzülüp, dehşete kapılırlar. Belki de bu kol, Osman Baba’mn yaklaşık biray önce…..zulmünden kaçırttığı …torununa ait olabilir. Meraklauçurumun dibine İnerler. Bir krater gölünün kenarında, ne zaman oraya geldikleri ve ne zaman öldükleri belli olmayan beş altı kişi­nin cesedini bulurlar. Cesetler çok pis kokmaktadır. Hava karar­mıştır. Mecburen, orada geceleyeceklerdir. Bir taraftan da o insan­ların, oraya nasıl geldiklerini yarısı, sabaha karşı bir sesle uyanırlar. Usulca, sesin geldiği kraterin ağzından baktıklarında, aşağıda bir ışık, ışığın önünde tabut taşıyan insanlar görürler. Anlarlar ki, bulundukları yerin altında bir şehir ve İnsanlar Osman Baba da, geçmişte bu dağın eteklerinde, “Isıkent” diye, ahalisi Müslüman olan bir şehir bulunduğunu, düşman eline geçince, nüfusun azalarak yok olduğunu anlattı. Görünen o ki, bir kısım şehir halkı, yerin üstünden, yerin altına yerleşmiş bulunuyordu. Ve bu şehre girmeye karar dar yerlerden, incecik bir bacadan yaklaşık bin beş yüz metre kadar inerler ve kayadan kapısı olan bir mağaraya girip, orada mahsur bak ışık yok, sola bak ışık yok, Çaresiz bir o yana bir bu yana yürürler. Nihayetinde, bir su sesi duyarlar ve sese doğru ilerlerler. Suyun kenarında yorgunluktan ve çaresizlikten oturur­larken, gelen bir kayık görürler. Kayıkta iki kişi vardır. Kayık, bunlara doğru yaklaşır. Genç olanın elinde silah vardır. Silahı doğrultur ve kayığa binmelerini söyler. İte kaka biner, ite kaka indirilerek, bir odaya sokulurlar. Bu oda değil, aslında asansör­dür. Ve onları asansöre bindirenlerden birisi, bir kolu çevirince, asansör aşağıya inmeye başlar. İnerler, önlerinde birer nöbetçi bulunan demir kapıların olduğu, nemli koridorlardan geçerek, salon gibi bir yere varırlar. Bir müddet sonra ak sakallı bir ihtiyar gelir ve “Selâmünaleyküm” der. “Aleykümselam” diyerek cevap verirler.“Hangi millettensiniz?”“Türk’üz.”“Nereden gelip, nereye gidersiniz ? ”“Düşmanlar ülkemizi İşgal ettiler. Vatan toprağıdır diye direndikçedirendik. Kaçmaktan başka çaremiz kalmayınca, çölü geçerek …..’yevarmak istedik, neticede buralara kadar geldik.”Bunları alıp hamama götürürler. Sonra, çok güzel yemekler yedirirler. Sonra da bir yere kapatırlar ve “Bu karantinada on beş gün bekleyeceksiniz. Sonra size ev ve iş verilecek.” Homurdan­malarına rağmen, çaresiz süre sonunda, onları çıkartarak bir camiye getirirler. Gün­lerden cumadır ve insanlar namaz kılmaktadır. Sonra, ismi Demir olan mühendisin ve onun babasının yanına götürürler. Babası dişleri dökülmüş bir ihtiyardır. Anlatmaya başlar“Uzun yıllar önce, bu dağın eteklerinde çok şirin bir kasabamız vardı. Yol üzerinde olduğu için, genellikle gelip geçen kervanların ko­naklama ihtiyaçlarını karşılayarak, alışverişler yaparak çok güzel ve mutlu geçinirdik. Sonra buraları da düşmanın işgal edeceğini öğrenince, zorunlu olarak, arkamızdaki yanardağ ağzından, bin bir güçlüklerle, kasaba halkını buraya getirdik. Ancak buraya gelmemekte inat edenler oldu. Düşman onların hepsini öldürdü. Hayvanlarımızı da kurtarama­dık. Düşman her yerde bizi arıyordu. Biz de zaman zaman gecelen düş­mana baskınlar veriyorduk. Bu arada, en son elli düşman askerini öldür­dük ve kendi elimizle kasabamızı yaktık. Düşman kudurmuştu. Bulun­duğumuz yere bombalar attılar, her yeri yakıp yıktılar, kaçtık, aralara saklandık. Sonunda hepimizi öldürdüklerini zannederek peşimizi bıraktı­lar. Biz de, zaman içinde, buraları yaşanabilir bir hale getirmeye çalıştık. Mağaraları hep dolaştık. Demirci ve taş ustalarımızın yardımıyla, bu şehri inşa ettik. Artık hayatımız burada devam ediyor. Mağaraların ağzına yaptığımız mazgal deliklerinden gerekirse girip çıkıyoruz. Oğlum Kaya, bu şehrin doktorudur.”“Nasıl doktor oldu?”“Türkiye’de okudu. Şimdi, elektrik işini de hallediyoruz. Yakında bütün şehir ışıl ışıl olacak.”“Bunu nasıl yapacaksınız?”“Oğlum Demir, petrol buldu. Bu petrol ile enerji üretimine başla­dık.”Gördüklerine ve duyduklarına inanamıyorlardı. Yer altında, her şeyi olan, insanları birbirine saygılı, çalışkan bir dünya yarat­mışlardı. Kendileri de bu dünyada yerlerini alıp çalışmaya başla­ gün sonra, bir deli olduğunu duyan Osman Baba, de­liyi görmek ister. Onu delinin kaldığı hücreye götürürler. Osman Baba, bekçiyi zorla dışarı çıkarır ve deliye bakınca kendi öz oğlu Ali olduğunu görür. Sevincinden şaşırırsa da, oğluna “uslu olma­sını, babası olduğunu belli etmemesini” öğütler ve tekrar geleceğini söyleyerek dışarı çıkar. Deli sıra torunu Nazlı’yı bulmaya gelmiştir. Nasıl bulacak­tır?Nazlı ise, yaşlı Hanife Teyze’nin yanında kalmaktadır. Her gün ağlamakta, Allah’ına, kurtuluş için yalvarmaktadır. Onun bu ağlamaları Hanife Teyze’yi çok üzmektedir. Bu yüzden, yeni ge­len ihtiyarın, Hanife ile de konuşmasını ister. Doktor Selim buna razı olur. Ve Osman Baba’nm, Nazlı ile buluşmasının yolu açılmış bu sırada, düşman yeraltı şehrinin dışarıdaki kervanla­rına saldırmıştır. Durum çok ciddidir. Düşman çok büyük kapılar verdirmiştir. Ya düşmanı yenecekler, ya da bütün yer altı şehri yerle bir edilecektir. Her tarafta bir korku ve panik havası vardır. Osman Baba, duruma el koyar. Topladığı gönüllülerle birlikte, düşman elbiseleri giyerek, dışarı çıkarlar. Günlerce baskınlar yapar ve nihayetinde düşmanı etkisiz hale getirirler. Osman Ba-ba’nın yeraltındaki etkinliği kat be kat artmıştır. Sıra Nazlı ile buluşmaya gelmiştir. Buluşur, ağlaşırlar. Kızana, bir şey söyle­memesini yeraltı şehri yöneticilerine Nazlı ile Ali’nin torunları olduğunu, birlikte oturmak istediğini söyler, kabul ederler. Böyle­ce hep bir araya gelirler. Birbirlerini, eskiden beri çok seven Nazlı ile Sadık karşılaşırlar. Sadık bîr ayağı olmadığı için Nazlı ile artık konuşmak istemez. Nazlı ise, “Bir ayağın gitti, yüreğin de mi gitti, yerinde duruyorsa mesele yoV diye teselli verir. Buna rağmen Sadık, sevgilisini unutmaya Baha’nın aklı fikri, bir an Önce Türkiye’ye gitmektir. Bu nedenle hep düşünür, planlar yapar. Fakat bu arada, yer altı şehrini sel basar. Sel felâketi yine Osman Baba’nın uzak görüşlü­lüğü ve direktifleri ile önlenir. Bütün yer altı şehri halkı Osman Baba’yı çok sevmektedir. Osman Baba ise artık hazırlıkları ta-mamlatmıştır. Kışın en yoğun olduğu bir günde, gece sabaha karşı yeraltı şehrinden çıkarlar, kar altında, yollarında ilerlemeye çalışırlar. Etrafta vahşi hayvanlar vardır. Kurtlar, çakallar ve ayı­larla boğuşa boğuşa, güç bela kendilerini karanlık bir mağaraya atarlar. Birkaç saat sonra tekrar yürüyüşleri başlar. Yedinci gün sonunda bir ovaya varırlar. Fakat burada da düşman askerleri ile karşılaşırlar. Tekrar dağlara tırmanırlar. Yine kar, yine tipi, yine soğuk. Donmamak için sürekli hareket halinde olmaları gerek­mektedir. Yürürler, yürürler… Sonunda, kimsenin olmadığı bir taş kulübeye gelirler. Günlerden beri ilk defa burada dinlenirler. Sonra tekrar yola bir Müslüman Türk köyüne varırlar. Burada kapı­sını çaldıkları ev sahibi ilk başta onlara güvenmez. Türk ve Müslüman olduklarını anlayınca, yardımcı olur. Karınlarını doyur­duktan ve istirahat ettikten sonra yine yollara düşerler. Fakat, düşman fark etmiştir. Peşlerine düşer. Kurşun yağmurları altında, güç bela ilerlerler. Allah’tan yağmaya başlayan kar imdatlarına yetişmiştir. Bu arada Celal’de yaralanmıştır. Buna rağmen, yürür­ler, yürürler. Ta ki bir sabah, Türk sınır karakolunun yanma ka­ ağlayarak toprağı Öpmektedirler. Artık Ölseler de mü­him değildir. Türkiye’ye kavuşmuşlardır. TANITIM Balkanlar veya Kafkaslardan Türkiye’ye göçü işleyen farklı bir eser. Kemalettin Tuğcu’nun bütün romanlarında olduğu gibi Yer Altında Bir Şehir de de meslek sahibi üretici, buluş yapanlar başarılı demirci, elektrikçi bazı mesleklerdir. Düşmanla çarpışmalar esere tarihsel özellik vermekte. Yer altında şehir kurup yaşamak ise maceraya girmekte. KİŞİLER, KARAKTERLER OSMAN BABAYaşlı, dinç, ailesine bağlı. Becerikli. İleriyi Sabırlı. İnsanları iyi tanır ve etkiler. Dini bilgileri yeterli. CELAL Osman Baba’nın arkadaşı. Marangoz. SADIK Türiye’ye gitmek için yola tezgahtar. ALİ Osman Baba’nın torunu. Nazlı’nın abisi. NAZLI Osman Baba’nın torunu. 18 yaşında. SELİM DEDE Yer altı şehrinin yöneticisi. Beyaz sakallı. DEMİR Mühendis. Selim Dede’nin oğlu ve yardımcısı. KAYA Selim Dede’nin oğlu ve yardımcısı. OLAY DİZİSİ, ÖZET Osman Baba, Sadık ve Celal düşmandan kaçarlar. Günlerdir yollardadırlar. Gece saldıran kurtlardan birini öldürürler. Dağa tırmanırlar. 1000 m. yüksekte ateş yakıp kurdun etini pişirir ve elmalarla yerler. Düşmanın mallarına el kovması, haksızlık yapmasına dayanırlar. Türk kadın ve kızlarına saldırmalarına karşı çıkarlar. Osman Baba’nın kızı Seher’e göz koyan düşman önce kocasını öldürür. Namuslu kadın kendini bostan kuyusuna atarak intihar eder. Osman Baba Ali ile Nazlı’yı üç ay önce gönderir. Üç Türk yanardağın ağzına çıkar. Osman aşağıdan yükselen kartala taş atar. Pençesindeki insan kolunu düşürür. Üç saate üç arkadaş uçurumun dibine inerler. Düzlükte insan kafatasları ve kemikleri görürler. Çok kötü bir koku yayılır. Geceyi orada geçirirler. Gümbürtüyle uyanırlar. Işık görürler. Dua sesleri duyarlar. Beyaz sakallı ve elinde meale tutan yaşlının arkasındaki adamlar tabutu getirip kemiklerin oraya bırakıp geldikleri gibi giderler. Yer altında garip insanlar yaşamaktadır. Osman gençliğinde kervancılık yapmıştır. Isıkent adlı şehirde sıcak su kaynaklarından yararlandıklarını hatırlar. Üçü dağın başka tarafında şehre giriş kapısını kaçmayan dağ keçisi sürüsünden bir oğlağı öldürüp pişip yerler. Dağın tepesindeki baca deliğine ulaşırlar. Aşağı inip mağarayı bulurlar. Kayaya dayanınca kapı açılır. Loşlukta ilerleyince ışık ve daha sonra büyük bir havuzla karşılaşırlar. İki silahlı genç sandalla karşıya geçirip üçünü bir odaya kapatırlar. Beyaz sakallı ihtiyar Osman Baba’ya sorular sorar. Selim Dede yer altı şehrinden kimsenin çıkamayacağını söyler. On beş gün karantinada tutulurlar. Osman bu sürede sürekli Kur’an okur. Cuma günü camide namaz kılınır. Osman minbere çıkıp öğütleyici konuşma yapar. İmam ile mühendis Demir’in yanına götürür. Demir de kendi yaşadıklarını anlatır. Düşmanların baskı, saldırısından kaçıp burada bir yer altı şehri oluştururlar. Kasabalarındaki aletlerini buraya taşırlar. Mağara evlerde yaşarlar. Kendisi ve kardeşi Kaya burada doğmuş, büyümüş, Türkiye’de öğrenim görüp dönmüştür. Yakında Türkiye’ye gidip tel, ampul getireceklerdir. Osman da gitmek isteyince izin vermezler. O da ezan okur. Camide çocukları eğitmeye başlar. Dört ay sonra torunları Ali ile Nazlı’yı da bulur. Gizli tutmalarını söyler. Planı Türkiye’ye gitmektir. Kaya yer üstünde düşmanlarla çarpışmaktadır. Yardım ister. Osman ve arkadaşları gizli yoldan geçip cesaretle düşmanla on iki gün mücadele ederler. Tekrar yer altı şehrine dönerler. Kış yakındır. Dağdaki kurumuş ağaçları kesip zemine döşemeye Osman Selim Dede’yi inandırır. Ağaçları ay ışığında kesip taşırlar. Tepeden taş atılınca Osman tırmanır ayıyı yener, kaçırır. Elektrikli fırın yapmayı da başarırlar. Osman Baba herkesin güvenini kazanır. Odalarına şu mektubu bırakır “Hazret Kalın sağlıcakla. Biz gidiyoruz. İnansan da inanmasan da göreceksin ki bizden size bir fenalık gelmeyecek. Ben burnunun doğrusuna giden bir adamım. Kimsenin tutsağı olamam. Kaldığımız kadar sizlere yardımımız dokundu. Artık eksik hakkınızı helal ediniz, bizim de sizlere hakkımız geçtiyse katın katın helal olsun. DELİ OSMAN” Kar yağınca gizli yoldan çıkıp Türkiye’ye doğru yola koyulurlar. Bir gün sonra ulaştıkları köyde altın karşılığında yiyecek alıp dinlenirler ve tekrar yola çıkarlar. Beşinci gün düşmanla karşılaşırlar. Nazlı, Osman Allah’a dua ederler. Rüzgarın yönü değişince düşmanlardan kaçarlar. giderler. Bir gün sonra da Türkiye sınırını geçince karları temizleyip toprağı öperler. METİN Burada taşlara gömülü kaldık. Dizlerimde sızılar başladı. Bir tarafta yatıp kalmak istemem… Sesini azaltarak anlatıyordu -Yeraltında yaşayan bu zavallı adamlara bir diyeceğim yok. İçlerinden çoğu burada olduğunu bilmeyenleri var. Fakat dikkat ederseniz bunla­rın da yüzleri sarıdır. Yeraltında her kolaylığı yapmak mümkün. Elektrik, küçük fabrikalar, daha rahat evler. Fakat bu kansızlığa çare bulamazlar. Bütün gençler öksürüyor. İçle­rinde birçoğu verem. Selim Dede’ye bunları söylüyorum. Yüzlerce insan bu düşman toprağından nasıl gider de Türki­ye’ye sığınır, diyor. Bu da doğru. Ama gelgelelim biz bura­da kalamayız. Sadık, Celal, Ali ve Nazlı dinliyordu. Osman Baba -Bu toprağın içinde petrol ayağı bulmuş, hep onu yakıyorlar, dedi. Bir de büyük yelkovanlar yapmışlar, bacalar­dan birisinden bozuk hava çıkıyor, aşağıdaki gizli oyuklar­ dan taze hava geliyor. Fakat alt katların havasını yelkovanlar hiç temizlemiyor. Zavallılar, çocuklar, hastalar için da­ğa açtıkları oyuklardan içeriye aynalarla güneşi alıyorlar. Ni­hayet akıllan başlarında insanlar. Buradan beşer, onar yola çıkmağı kabul etmiyorlar. Biz gideceğiz. Gitmek için de da­ha vaktimiz var. Yakında kar düşecek kış geldi. Kışı burada geçireceğiz. Hiç bir şey belli etmeyin iyi çalışın. Bir yolunu bulur buradan çıkarız. Allah izin verirse Türkiye’ye varırız, O gece hep bu konuşuldu. Geç vakit Celal ile Sadık ken­di odalarının yolunu tuttular. Havaların epeyce soğuduğu bir gündü. Osman Baba Selim Dede’yi bularak ona şöyle söyledi – Hazret, çocuklarınla konuş. Bak kış geldi. Burada hava ılık ama rutubet yerinde. Yakında ormanlar var. Orada kuru çam dolu. Bana on, on beş delikanlı verin. Gideyim, kuru çamlardan kestirip getireyim. Böyle yalın kat hasırlar üstünde olmaz. Odaları tahtalarla döşeyelim. Son­ra bu ara bölmeleri yıkıp evlerin bir kısmını tahtadan yapa­lım. Bu işleri geceleri, ay ışığında görürüz. Saten çam or­manlarında kurttan, kuştan başka canlı yok. Selim Dede oğullarıyla konuştu. Sonra ihtiyarlar bir araya toplandı. Osman Baba’nın sözlerini hepsi iyi karşılamışlardı. İş ağaçları kesip getirmenin güçlüğüne kalıyordu. Os­man Baba – O işi bana bırakın, dedi. Ben bunu kolay görüyorum, iki gür. sonra ay gece yarısı çıkmağa başlayacak. Kar bastırmadan işimizi görmeliyiz. Osman Babanın teklifi kabul edildi. Bir türlü rahat duramayan ihtiyar yanına Demir’i, Celal’i ve Ali’yi alarak et­rafı kolaçan etmeğe çıktı. Dört kişi karanlıkta yola çıktılar, Dağın ilerisinde, yamaca doğru bir çam ormanı vardı. Yarını saat kadar uzaktaydı. Oraya vardıkları zaman ay da çıkmıştı. Yüzlerce kuruyup kalmış çam görüldü. Bunlar tahta gibi biçilmeğe çok elverişliydi. Ertesi sabah silâhlı on kişi bu ormana gitti. Testerelerle on tanesi kesildi. Sabaha karşı bunlar yeraltına taşındı. Fakat Osman Baba geriye dönmemiş ve oğlunu göndermişti. Eğer Nazlı evde yalnız kalmış olmasa Ali’yi de yanında alıkoyacaktı. Yeraltı şehirli üç delikanlı ile Osman Baba ve Celâl bü­tün gün ormanda kaldılar. Delikanlılardan birisi ormanın üstünden bakan tepeye yerleşti. Oradan her tarafı görebiliyordu. Eğer uzaktan askerlerin geldiğini görürse hemen ha­ber verecekti. ……. Güneş bütün gün onları ısıttı. Akşam olunca eteğine eriştikleri bir dağı çıkmaya başlamışlardı. Yaralılar yine yüklenildi. Nazlı yiyecek çıkınlarını sırtına vurmuştu. Os­man Baba – Yarını da Allah’ın izniyle atlatırsak öbür sabah Tür­kiye’deyiz diyordu. Akşamla beraber ayaz başlamıştı. Kar yağmıyordu ama soğuk dişleri çatırdatıyordu. İki yaralı çok üşüyordu. Os­man Baba onları bırakarak gidip arandı. Kimbilir, belki de bir savaştan kalma bir zeminlik bulmuştu. Bir tarafı yıkıl­mış olan bu zeminlikte on kişi rahat barınabilirdi. Yaralılar oraya taşındı. Etrafta kimsenin bulunmadığı görülünce geceyi beklediler. Hava iyice kararınca ateş ya­kıldı. İnleyen ve titreyen iki yaralı ateşin başında yine cay içtiler. Karınlarını doyurdular. Üzerlerine bir ağırlık çöktü. Paltolarına bürünerek uyudular. Uykuları arasında sayıklıyor ve inliyorlardı. Osman Ba­ba içini çekerek – Zavallı çocuklar, dedi. Dermanları kalmadı artık. Zeminlik iyice ısınmıştı. Büyükbaba ile torun nöbetle uyumağa karar verdiler. Fakat onlar da konuşurken uyuyup kalmışlardı. Gözlerini açtıkları zaman sabah olmuştu. Ali çay ha­zırlarken Osman Baba namaz kıldı. Uzun uzun Allah’a dua etti. Yaralılar gayret gösterdiler. Yavaş yavaş dağın üzerine çıktılar. Osman Baba karsı sırtları gösterdi – Bugün oraya erişenleyiz, dedi. Oraya vardık mı artık sansar gibi sessiz olacağız. Sırtın altında bir boğaz var. Bu boğazı bir orman kaplamıştı. Ormandan kurtulabilirsek Türkiye’ye vardık demektir. Göreyim sizi çocuklarım. Canı­nızı dişinize takın. Düşman nöbetçilerine görünmeden kendimizi öbür yakaya atalım. ……… Ertesi sabah, günün ilk ışıklan kol kol uzanırken Ka­rakol Komutanı Teğmen Remzi düdük seslerine koşmuştu. Nöbetçi kendisine askerlerin arasında hıçkırarak ağlayan pe­rişan kıyafetli, yüzleri, gözleri kan içinde, yarı donmuş beş kişiyi gösterdi ki bunlar yerleri eşmiş, karların altındaki toprağı meydana çıkartmış yüzlerini bu ıslak toprağa ya­pıştırarak onu öpüyorlardı.. Kemalettin Tuğcu, Yer Altında Bir Şehir, İtimat Kitabevi, İstanbul 1982 , 79-80 KEMALETTİN TUĞCU 1902-1996 Usta ve kıvrak kalemiyle Türk çocuklarına ömrünü ve gönlünü veren Kemalettin Tuğcu, 1902 yılın­da İstanbul’da doğdu. Çengelköyü’nde, büyük bir bahçe içindeki köşklerinde, çocukluk çağlarından başlayıp şiir, roman yazdı. Hiçbir okula gitmedi, hiçbir öğretmen­den ders almadı. Kendi kendisini yetiştirmiş ve ter­cümeler yapacak kadar Fransızca öğrenmiştir. Yazı hayatına sadece kendisi için başlamış, ya­zarak yaşamış ve eklenmiştir. Bu yazı yazma bir avuntu ve bir tutkudur. Kendisi bunu şöyle anlatır “Ben yazdığım kadar yaşarım. Bana tesir eden bir küçük olayla içimden geldiği gibi yazmaya baş­larım. Heyecanım süresince yazarım. Edebî, ilmi, politik bir iddiam yoktur.” Tuğcu, ilk yazılarını Yavrutürk Çocuk Dergisi’nde neşre başlamıştır. 1936 yılından sonra he­men hemen İstanbul’da çıkan bütün çocuk dergile­rinde şiir, hikâye ve çocuk romanları yazmış, bu arada bazı romanları filme alınmıştır AYŞECİK, ÜVEY BABA, BESLEME, MERCAN KOLYE. Romanlarında duygu ve sevgi ağırlıklı temalar işleyen Kemalettin Tuğcu’nun, tercüme romanları, on iki adet aile romanı, üç yüz kadar çocuk romanı ve gazete ve dergilerde çıkmış iki yüzden fazla seçme hikâyeleri vardır. 38341 Yer altında bir şehir ana ve yardımcı karakterleri? cevaplar forum içinde, yazan Gast Cevap 1 Son Mesaj 08. 10. 2019, 1540 Beş Şehir özeti? cevaplar forum içinde, yazan Gast Cevap 1 Son Mesaj 17. 07. 2014, 1747 Yeraltında şehir özeti? cevaplar forum içinde, yazan Gast Cevap 1 Son Mesaj 24. 04. 2014, 2021 Yer altında bir şehir kitabının kahramanları? cevaplar forum içinde, yazan misafir Cevap 1 Son Mesaj 19. 04. 2014, 1913 Yer altinda bir sehir ozeti? sorular forum içinde, yazan Gast Cevap 0 Son Mesaj 13. 10. 2013, 2354 Error 522 Ray ID 739d3fa9cd85fa5c • 2022-08-13 001437 UTC AmsterdamCloudflare Working What happened? The initial connection between Cloudflare's network and the origin web server timed out. As a result, the web page can not be displayed. What can I do? If you're a visitor of this website Please try again in a few minutes. If you're the owner of this website Contact your hosting provider letting them know your web server is not completing requests. An Error 522 means that the request was able to connect to your web server, but that the request didn't finish. The most likely cause is that something on your server is hogging resources. Additional troubleshooting information here. Cloudflare Ray ID 739d3fa9cd85fa5c • Your IP • Performance & security by Cloudflare Yer Altında Bir Şehir Kemalettin Tuğcu KONUSU Lozan Barış Antlaşmasından sonra, Türkiye sı­nırları dışında kalan Türklerin uğradıkları eziyetler neticesinde, kaçarak ana vatana sığınmak isterlerken, yolları üzerinde rastla­dıkları bir yer altı şehri ve oranın insanları anlatılmaktadır. ÖZETİ Kaçan üç kişi, Osman Baba, Sadık ve Celal. Peşlerinde asker­ler. Yüksek dağlara tırmanarak kurtulurlar. Bir krater gölünün yanında soluklanırlarken, bir kartalın pençesinde bir şeyle hava­landığını görürler. Kartala taş atıp pençesindeki nesneyi düşürt­tüklerinde bunun bîr insan kolu olduğunu anlayınca üzülüp, dehşete kapılırlar. Belki de bu kol, Osman Baba’mn yaklaşık bir ay önce…..zulmünden kaçırttığı …torununa ait olabilir. Merakla uçurumun dibine İnerler. Bir krater gölünün kenarında, ne zaman oraya geldikleri ve ne zaman öldükleri belli olmayan beş altı kişi­nin cesedini bulurlar. Cesetler çok pis kokmaktadır. Hava karar­mıştır. Mecburen, orada geceleyeceklerdir. Bir taraftan da o insan­ların, oraya nasıl geldiklerini düşünmektedirler. Gece yarısı, sabaha karşı bir sesle uyanırlar. Usulca, sesin geldiği kraterin ağzından baktıklarında, aşağıda bir ışık, ışığın önünde tabut taşıyan insanlar görürler. Anlarlar ki, bulundukları yerin altında bir şehir ve İnsanlar vardır. Zaten Osman Baba da, geçmişte bu dağın eteklerinde, “Isıkent” diye, ahalisi Müslüman olan bir şehir bulunduğunu, düşman eline geçince, nüfusun azalarak yok olduğunu anlattı. Görünen o ki, bir kısım şehir halkı, yerin üstünden, yerin altına yerleşmiş bulunuyordu. Ve bu şehre girmeye karar verirler. Kayalardan, dar yerlerden, incecik bir bacadan yaklaşık bin beş yüz metre kadar inerler ve kayadan kapısı olan bir mağaraya girip, orada mahsur kalırlar. Sağa bak ışık yok, sola bak ışık yok, Çaresiz bir o yana bir bu yana yürürler. Nihayetinde, bir su sesi duyarlar ve sese doğru ilerlerler. Suyun kenarında yorgunluktan ve çaresizlikten oturur­larken, gelen bir kayık görürler. Kayıkta iki kişi vardır. Kayık, bunlara doğru yaklaşır. Genç olanın elinde silah vardır. Silahı doğrultur ve kayığa binmelerini söyler. İte kaka biner, ite kaka indirilerek, bir odaya sokulurlar. Bu oda değil, aslında asansör­dür. Ve onları asansöre bindirenlerden birisi, bir kolu çevirince, asansör aşağıya inmeye başlar. İnerler, önlerinde birer nöbetçi bulunan demir kapıların olduğu, nemli koridorlardan geçerek, salon gibi bir yere varırlar. Bir müddet sonra ak sakallı bir ihtiyar gelir ve “Selâmünaleyküm” der. “Aleykümselam” diyerek cevap verirler. “Hangi millettensiniz?” “Türk’üz.” “Nereden gelip, nereye gidersiniz ? ” “Düşmanlar ülkemizi İşgal ettiler. Vatan toprağıdır diye direndikçe direndik. Kaçmaktan başka çaremiz kalmayınca, çölü geçerek …..’ye varmak istedik, neticede buralara kadar geldik.” Bunları alıp hamama götürürler. Sonra, çok güzel yemekler yedirirler. Sonra da bir yere kapatırlar ve “Bu karantinada on beş gün bekleyeceksiniz. Sonra size ev ve iş verilecek.” Homurdan­malarına rağmen, çaresiz katlanırlar. Bu süre sonunda, onları çıkartarak bir camiye getirirler. Gün­lerden cumadır ve insanlar namaz kılmaktadır. Sonra, ismi Demir olan mühendisin ve onun babasının yanına götürürler. Babası dişleri dökülmüş bir ihtiyardır. Anlatmaya başlar “Uzun yıllar önce, bu dağın eteklerinde çok şirin bir kasabamız vardı. Yol üzerinde olduğu için, genellikle gelip geçen kervanların ko­naklama ihtiyaçlarını karşılayarak, alışverişler yaparak çok güzel ve mutlu geçinirdik. Sonra buraları da düşmanın işgal edeceğini öğrenince, zorunlu olarak, arkamızdaki yanardağ ağzından, bin bir güçlüklerle, kasaba halkını buraya getirdik. Ancak buraya gelmemekte inat edenler oldu. Düşman onların hepsini öldürdü. Hayvanlarımızı da kurtarama­dık. Düşman her yerde bizi arıyordu. Biz de zaman zaman gecelen düş­mana baskınlar veriyorduk. Bu arada, en son elli düşman askerini öldür­dük ve kendi elimizle kasabamızı yaktık. Düşman kudurmuştu. Bulun­duğumuz yere bombalar attılar, her yeri yakıp yıktılar, kaçtık, aralara saklandık. Sonunda hepimizi öldürdüklerini zannederek peşimizi bıraktı­lar. Biz de, zaman içinde, buraları yaşanabilir bir hale getirmeye çalıştık. Mağaraları hep dolaştık. Demirci ve taş ustalarımızın yardımıyla, bu şehri inşa ettik. Artık hayatımız burada devam ediyor. Mağaraların ağzına yaptığımız mazgal deliklerinden gerekirse girip çıkıyoruz. Oğlum Kaya, bu şehrin doktorudur.” “Nasıl doktor oldu?” “Türkiye’de okudu. Şimdi, elektrik işini de hallediyoruz. Yakında bütün şehir ışıl ışıl olacak.” “Bunu nasıl yapacaksınız?” “Oğlum Demir, petrol buldu. Bu petrol ile enerji üretimine başla­dık.” Gördüklerine ve duyduklarına inanamıyorlardı. Yer altında, her şeyi olan, insanları birbirine saygılı, çalışkan bir dünya yarat­mışlardı. Kendileri de bu dünyada yerlerini alıp çalışmaya başla­dılar. Birkaç gün sonra, bir deli olduğunu duyan Osman Baba, de­liyi görmek ister. Onu delinin kaldığı hücreye götürürler. Osman Baba, bekçiyi zorla dışarı çıkarır ve deliye bakınca kendi öz oğlu Ali olduğunu görür. Sevincinden şaşırırsa da, oğluna “uslu olma­sını, babası olduğunu belli etmemesini” öğütler ve tekrar geleceğini söyleyerek dışarı çıkar. Deli iyileşmiştir. Şimdi sıra torunu Nazlı’yı bulmaya gelmiştir. Nasıl bulacak­tır? Nazlı ise, yaşlı Hanife Teyze’nin yanında kalmaktadır. Her gün ağlamakta, Allah’ına, kurtuluş için yalvarmaktadır. Onun bu ağlamaları Hanife Teyze’yi çok üzmektedir. Bu yüzden, yeni ge­len ihtiyarın, Hanife ile de konuşmasını ister. Doktor Selim buna razı olur. Ve Osman Baba’nm, Nazlı ile buluşmasının yolu açılmış olur. Tam bu sırada, düşman yeraltı şehrinin dışarıdaki kervanla­rına saldırmıştır. Durum çok ciddidir. Düşman çok büyük kapılar verdirmiştir. Ya düşmanı yenecekler, ya da bütün yer altı şehri yerle bir edilecektir. Her tarafta bir korku ve panik havası vardır. Osman Baba, duruma el koyar. Topladığı gönüllülerle birlikte, düşman elbiseleri giyerek, dışarı çıkarlar. Günlerce baskınlar yapar ve nihayetinde düşmanı etkisiz hale getirirler. Osman Ba-ba’nın yeraltındaki etkinliği kat be kat artmıştır. Sıra Nazlı ile buluşmaya gelmiştir. Buluşur, ağlaşırlar. Kızana, bir şey söyle­memesini öğütler. Sonra, yeraltı şehri yöneticilerine Nazlı ile Ali’nin torunları olduğunu, birlikte oturmak istediğini söyler, kabul ederler. Böyle­ce hep bir araya gelirler. Birbirlerini, eskiden beri çok seven Nazlı ile Sadık karşılaşırlar. Sadık bîr ayağı olmadığı için Nazlı ile artık konuşmak istemez. Nazlı ise, “Bir ayağın gitti, yüreğin de mi gitti, yerinde duruyorsa mesele yoV diye teselli verir. Buna rağmen Sadık, sevgilisini unutmaya kararlıdır. Osman Baha’nın aklı fikri, bir an Önce Türkiye’ye gitmektir. Bu nedenle hep düşünür, planlar yapar. Fakat bu arada, yer altı şehrini sel basar. Sel felâketi yine Osman Baba’nın uzak görüşlü­lüğü ve direktifleri ile önlenir. Bütün yer altı şehri halkı Osman Baba’yı çok sevmektedir. Osman Baba ise artık hazırlıkları ta-mamlatmıştır. Kışın en yoğun olduğu bir günde, gece sabaha karşı yeraltı şehrinden çıkarlar, kar altında, yollarında ilerlemeye çalışırlar. Etrafta vahşi hayvanlar vardır. Kurtlar, çakallar ve ayı­larla boğuşa boğuşa, güç bela kendilerini karanlık bir mağaraya atarlar. Birkaç saat sonra tekrar yürüyüşleri başlar. Yedinci gün sonunda bir ovaya varırlar. Fakat burada da düşman askerleri ile karşılaşırlar. Tekrar dağlara tırmanırlar. Yine kar, yine tipi, yine soğuk. Donmamak için sürekli hareket halinde olmaları gerek­mektedir. Yürürler, yürürler… Sonunda, kimsenin olmadığı bir taş kulübeye gelirler. Günlerden beri ilk defa burada dinlenirler. Sonra tekrar yola koyulurlar. Nihayet, bir Müslüman Türk köyüne varırlar. Burada kapı­sını çaldıkları ev sahibi ilk başta onlara güvenmez. Türk ve Müslüman olduklarını anlayınca, yardımcı olur. Karınlarını doyur­duktan ve istirahat ettikten sonra yine yollara düşerler. Fakat, düşman fark etmiştir. Peşlerine düşer. Kurşun yağmurları altında, güç bela ilerlerler. Allah’tan yağmaya başlayan kar imdatlarına yetişmiştir. Bu arada Celal’de yaralanmıştır. Buna rağmen, yürür­ler, yürürler. Ta ki bir sabah, Türk sınır karakolunun yanma ka­dar. Hepsi ağlayarak toprağı Öpmektedirler. Artık Ölseler de mü­him değildir. Türkiye’ye kavuşmuşlardır.

yer altında bir şehir özet